Moskova

Moskova

12 Temmuz 2019 Cuma

Sovyetlere ‘Çukur’dan bakmak ve Platonov



Ferhan Bayır




Yazarların eserlerinde geleceğe dair öngörülerini dile getirdikleri bölümler, birçok kişi için sanatın en gizemli yanıdır. Özellikle geleceğe dair karamsar bir öngörünün görece doğrulanması o yazarı, okurların gözünde kahin statüsüne çıkarır. Eğer bu yazarın keskin ahlaki dili de varsa, peygamber ilan edilmesi bile mümkündür.

Toplumsal hayatın çelişkilerini derinlemesine kavrayan yazarların önsezileri sanatsal yaratımın en büyüleyici yanıdır. Geleceğin sisli havasında böylesi bir öngörüde bulunabilmek için yazarın gerçeğin sırlarına sahip olması gerekir. Yaşadığı çağın gerçekliğini bütün yönleriyle kavrayan yazar, geleceğin resmini betimleyebilir. Burada bir gizemden ziyade yazarın gerçeklikle kurduğu tutkulu ilişki söz konusudur. Toplumsal ilişkileri derinlemesine olduğu kadar tüm genişliğiyle ele alan yazarlar, bu ilişkilerin dinamiğini gözlemleyerek nereye doğru yöneleceğini hisseder.

Kafka geleceğe dair karamsar öngörüleriyle, önemli ölçüde haklı çıktığı için, bugün en çok merak edilen ve okunan yazarların başında gelir. Kafka’nın öngörülerinde gizemden, mistik bir seziden söz edilemez. Brecht’e göre “Kafka’nın sınırsız kötümserliği herhangi bir trajik kader duygusundan uzaktır. Kötülük beklentisi bütünüyle ampirik bir temele dayanır”. Prag’ın kasvetli, karanlık havasında kapitalizmin ve bürokrasinin çarkları arasında ufalanan insanların acılarını keskin şekilde gözlemleyebildiği için Kafka, Brecht göre “peygamberce yöne” sahiptir. Her fırsatta Kafka’yı onaylamadığını söylese de Brecht: “Dava” kitabı için “büyük şehirlerin sonu gelmez, karşı konulamaz ölçüde büyümesinden duyulan korkuyu; uçsuz bucaksız dolaylı ilişkiler labirentinin, modern yaşama biçimlerinin insanı içine ittiği bölünmelerin, karmaşık, karşılıklı bağımlılıkların dışavurumudur” değerlendirmesinde bulunmuştu.

Bugün, özellikle Soğuk Savaş sonrası, “büyük kahinler” olarak sunulan edebiyatçıların kimler ve eserlerinin sanatsal anlamı ne olduğu konusunu tartışmak gerekmektedir. Gerek ülkemizde gerekse dünyada “en çok satan” George Orwell incelendiğinde genel bir fikir sahibi olunmaktadır. Orwell’in eserinde Sovyetlere karşı psikolojik savaşa, edebiyat cephesinde katkı yaptığı birçok eleştirmen tarafından dile getirilmişti. Şüphesiz Orwell’i “kahin yapan” sosyalizmin çöküşünü müjdelemesi, otoriter bir devletin kaçınılmaz yıkılışını öngörmesiydi!

Elbette, edebi anlamda Kafka ile Orwell’i kıyaslamak, Kafka’ya büyük nezaketsizlik olur. Ancak, modern kapitalizmin, insanlığın özgürlüğünü kuşatacağına dair Kafka’nın öngörüsündeki karamsarlıkla Orwell’in karamsarlığının, politik olarak taban taban zıt olduğunun altı çizilmelidir.

Bununla birlikte Batı’nın seçkin edebiyat çevreleri tarafından öne çıkarılan başka yazarlar da bulunmaktadır. Perestroyka ile kapılarını açan Rusya, aynı zamanda Sovyetler döneminde çekmecelere “kilitlenmiş yazarların” eserlerini de dünyaya açtı. Bu çevrelerce en çok değer verilen ve büyük “peygamberler” olarak kutsanan, sansürlenen Sovyet yazarlarıdır. 

Eserlerindeki eleştirel yaklaşımlar, 1930’larda Sovyetler’in ileride nasıl bir toplum olacağına dair derin öngörüler olarak sunulmaktadır. Sovyetler’in toplumsal çelişkilerini betimleyen sayfalar, Sovyetler’in çöküşünün habercisi gibi okunmaktadır.

Bu noktada sistemin Orwell ile bu Sovyet yazarlarının yana yana getirilmesine, Kafka örneğinde olduğu gibi, eleştirel bakılmalıdır. Öncelikle sansüre uğrayan Sovyet yazarları yekpare bir dünya görüşü ve sanat anlayışına sahip olmadıkları gibi, sansürü uygulayan bürokrasinin siyasi içeriği de dönemden döneme farklılık göstermişti. Ne var ki Batılı eleştirmenler, Stalin döneminde sansürlenen yazarları aynı torbaya koyarak okurlara sunmaktadır. Bugün Bulgakov, Pasternak, Mandelştam, Ahmatova, Platonov gibi sanatçıları Stalin'in gazabına uğrayan büyük özgürlük sanatçıları olarak gösterilmektedir.
Batı bugün de Soğuk Savaş propagandasını bu yazarlar üzerinden devam ettirirken, toplumsal gerçekçi sanat kriterlerinden yola çıkarak, bu yazarların eserlerinin değerlendirilmesi zorunluluktur. Bu zorunluluk bir ideolojik mücadeledir, postmodernizmin sanatı kendi siyasi amaçları için kullanmasına ve edebiyatın içeriksizleştirilmesine karşı çıkmaktır.

1990 sonrası Bulgakov’dan sonra en çok okunan yazarların başında Andrey Platonov gelmektedir. Yakın zamanda Metis tarafında yayımlanan “Çukur” eseri Platonov’u ve bu tartışmaları irdelemek için fırsat sunmaktadır.


SANSÜRÜN GÖLGESİNDEKİ YAZAR

Lokomotif makinistin oğlu olan Platonov, 1889’da Voronez yakınlarında doğar. İç savaşta Kızıl Ordu saflarında savaşır, sonra elektrik mühendisi olur. 1918 yılından itibaren gazete ve dergilerde makale, deneme ve şiir yazar. 1927 yılının başlarında “Epifani Kanalları” adlı kısa öyküsü Gorki’nin dikkatini çeker. Bunun üzerine Platonov, taşra kasabasında bir grup devrimcinin “absürt bir komünizm” inşa etmesini anlatan “Çevengur” eserini Gorki’ye yollar. Gorki’nin değerlendirmesini büyük bir heyecanla bekleyen Platonov’un aldığı cevap bir anlamda bütün yazarlık hayatının trajik bir öngörüsü gibidir.

Gorki mektubunda “eserinizin sahip olduğu bütün tartışmasız yüksek niteliklere rağmen, yayımlanacağına inanmıyorum. Buna da sizin anarşik düşünme tarzınız, anlaşılan ‘ruhunuzun’ bir özelliği olan bu tarz engel olacak. İsteniz de istemeseniz de, gerçeklik tasvirinizi lirik ve alaycı bir şekilde yapmışsınız, bu da doğal olarak, bizim sansürümüzün kabul etmeyeceği bir şeydir. İnsanlara karşı bütün yakınlığınıza rağmen, onları alaycı bir şekilde renklendirmişsiniz ve okurun karşısında devrimci olmaktan çok ‘eksantrik’ ve ‘yarım akıllı’ görünüyorsunuz” değerlendirmesinde bulunur. “Çevengur” Platonov hayattayken yayımlanmadı, yazıldıktan 60 yıl sonra basıldı.

Ümitsizliğe kapılmayan Platonov, 1931 yılında “Kızıl Yeni” dergisine “Yarar” isimli kısa öyküsünü yollamıştı. Bu dergiyi yakından takip eden Stalin, öyküyü okur ve derginin kenarına şu notu düşer: “Bu Rusça değil, saçma sapan bir dil”. Kırsaldaki Kolhoz uygulamasını ironik bir dille eleştiren bu öykü, Stalin’in eleştirisiyle birlikte Platonov’a edebiyat çevresinden de sert eleştiriler gelmişti. Bir anlamda Şoholov’un dostluğu sayesinde bu süreci atlatır.

Kenara itilmesine rağmen, bazı sanatçıların aksine 2. Dünya Savaşı sırasında savaşın kazanılacağına inanır ve pasif bir tavır almaz. Stalin’e yakın, yazar Vasili Grossman tarafından askeri gazete “Krasnaya Zvezda”ya savaş muhabiri olarak önerilmesiyle Platonov’un öyküleri düzenli şekilde yayımlanmaya başlamıştı. Ancak savaş sonrası Platonov’un eserleri yine eleştirilerin hedefi olur ve kaleme aldığı eserler yavaş yavaş geri çevrilir.


‘ÇUKUR’DA BULANIKLAŞAN GERÇEKLİK

Sovyet kuşağı yazarlarını değerlendirirken göz önünde bulundurulması gereken iki önemli nokta bulunmaktadır. İlki bu yazarlar, olağanüstü koşullarda yetişmişti. 1. Dünya Savaşı yıkımı sonrası Ekim Devrimi’nin gerçekleşmesi, Devrim sonrası başlayan Rusya’yı tüketen iç savaşın ardından yaşanan keskin toplumsal değişimler ve 2. Dünya Savaşı... Varlık ve yokluk arasında sıkışan bu yazarların yaşadıkları iç çelişkiler toplumsal çelişkilerle karmaşık biçimde iç içe girmiştir. Diğer bir nokta ise bu yazarların sanatsal yaklaşımlarını ve edebi yaratımlarını, yüzyıllık Rus edebiyatı geleneği bağlamında ele alınmasıdır.

Platonov “Çukur” eserinde, iç savaş sonrası Sovyetler’deki köklü ekonomik ve sosyal dönüşümlerin uygulanma çabası anlatılır. Neredeyse maddi ve insani olarak tükenmiş bir toplumun sosyalizm temelinde modernleşme sancıları tüm boyutlarıyla incelenmeye çalışılmıştır. Özellikle sanayileşme atılımı içinde yer alan işçiler ve kırsaldaki kollektifleştirme uygulamaları karşısında köylülerin tavrı eleştirel bir bakışla okura sunulur.

Ne var ki “Çukur”un modernist dili bu keskin çelişkilerin berrak biçimde betimlenmesini engeller. Üslup gerçekliğin bulanıklaşmasına neden olur. Özellikle köydeki gotik sahnelerin ironik üslupla betimlenmesi anlatılan dramın yoğunluğunu hafiflettiği gibi, yazarın politik bakışını da okur açısından bulanıklaştırır. Platonov’un çağdaşı bazı yazarlar onun dilini, Joyce ve Kafka’nın devamı olarak görmekteydi. Toplumsal sorunların sunuluşu ve bu sorunların içinde karakterin yaratımına bakıldığında kısmen böyle bir benzerlik gözlemlenir.
Kitap, fabrikada iş sırasında düşüncelere dalmaktan çalışamayan Voşov’un amaçsız ve hedefsiz şekilde Rusya’nın herhangi bir köşesinde dolaşmasıyla başlar. Voşov’un eser boyunca aradığı bir soru vardır: hayatın anlamı nedir? Voşov’un varoluş sorunlarına, hayatın anlamına dair sorularına, Voşov ile karşılaşan diğer karakterler de eşlik eder. Romanda kişisel varoluşsal sorgulamalarda bulunmayan neredeyse kimse yoktur. Roman sanki tüm dünyaya meydan okuyarak yeni bir toplum kurmak için mücadele eden Sovyetler’de değil, çarlık baskısı altına ümitsizce çırpınan Rusya’da geçmektedir. Yazarın betimlediği güneşli yaz günleri bile karanlık ve şiddetli kış geceleri gibidir.

Bununla birlikte Platonov’u modern Avrupa edebiyatındaki varoluşunu arayan yazarlarından ayıran nokta, Voşov’un varoluş sorununu, toplumsal uyuma ve mutluluğa doğrudan bağlamasıdır. Sürekli “ortak yaşam planı üzerine” düşünen Voşov, hayatın özünü anlayan ve bir amaç için yaşayan insanları aramaktadır. Bir gün yolu, bütün proletaryanın birlikte yaşayacağı, ortak büyük bir konut yapımı için çukur kazan işçilerle kesişir. Voşov işçilere baktığında “hayatın anlamını biliyor olmalarına karşın- ki bu edebi mutluluğa eşdeğerdi- çehreleri somurtkan ve zayıftı, yaşam huzuru yerine bitkinlik duyuyorlardı” gözleminde bulunur. İşçilerin mutsuzluğuna rağmen Voşov onların yanında kalır, hayatın anlamını öğrenmeyi ümit eder.

Voşov da ortak konut içinde çukurda çalışmaya başlar, bu karşılıklı etkileşim karakterlerdeki değişimi ve gitgellerin ortaya çıkmasına yol açar. Voşov, hayatta bir amacı ve hedefi olan Çiklin, Safronov gibi işçilerin sağlamlığından güç alır, ancak kendisinin şüpheci sorgulamaları ve karamsarlığı bu işçilerin bile ideolojik dengesini sarsar. Ne var ki Platonov’un romandaki karakterlerin yüzeysel şekilde çizilmesi, karakterlerin ruhsal dünyalarının derinlikten yoksun olmasından dolayı, yazar okuru götürmek istediği noktaya çekemez. İnandıkları soylu amaç için durmaksızın çalışan işçilerin, hiç sorgulamadan yaşamalarının absürtlüğünü Voşov ile göstermek isterken, bu “tehlikeli sorular” yazarın işçilere sonradan kondurduğu gölgeler gibi durmaktadır. Zaten eserde özgün ve canlı kanlı bir karaktere dokunmak çok zordur, karakterin en belirgin özellikleri tuhaf kişilikleridir.


‘ÇUKUR’DAKİ YÜZYILLIK TARTIŞMA

Platonov’un eserindeki edebi biçim ayrı bir yazı konusudur. Bu eserde asıl irdelenmesi gereken Platonov’un bu ortak konut projesini nasıl ele aldığıdır.
Batı Avrupa’nın görece gerisinde kalmış ülkelerin yazarlarının modernleşmeyle yüzleşmelerine gerçeklik kadar seraplar, rüyalar, fanteziler de eşlik etmiştir. Batılı yazarlar bir olgu olarak modernizmin çelişkileriyle mücadele ederken, özelikle Rus yazarlar, modernleşmeyi bir amaç veya reddedilen bir olasılık olarak değerlendirdi. Bundan dolayı Batılı gerçekçi yazarın modernizm eleştirisinden çok daha derin bir eleştiri Rus edebiyatında bulunur.

“Çukur” eserinin politik ve edebi bağlamını doğru şekilde değerlendirebilmek için Dostoyevski ile Çernişevski arasındaki modernleşme tartışmasının incelenmesi gerekmektedir. Çünkü Platonov, Sovyet modernleşmesini bu tartışmaya referans yaparak irdelemiştir yani geçmişe dönerek politik ve edebi çizgisini ortaya koymuştur. Bu anlamda Platonov’dan geleceğe dair peygamberce öngörüler bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaktır. “Çukur”da, Sovyetler’in kaderine dair derin sezinden ziyade, Dostoyevski ve Çernişevski’nin modernleşme öngörülerini tartışılır.

Rusya’nın nasıl ve hangi temelde modernleşeceğine dair yüzyıl sürecek bu tartışma, Çernişevski’nin kaleme aldığı “Nasıl Yapmalı” eseriyle başlamıştı. 1840 kuşağı Rus aydının en çok etkilendiği akımların başında Ütopik Sosyalizm gelmekteydi. Saint Simon başta olmak üzere Ütopik Sosyalistlerin bilime ve sanata önce rol biçtiği büyük toplumsal projeler, sınırsız coğrafyasıyla binyıllık geri kalmışlığını aşmak için en ideal fikirler olarak benimsenmişti. Özellikle Fourier’in kapitalizme görece alternatif şehir planları ve falanjist evler denen işçilerin oturması için planlanan büyük toplu konutlar, Rus aydınını en çok heyecanlandıran fikirlerdi. 1863 yılında Çernişevski hapishanede bu eserini yayımlayamaya başlar, kitapta yer alan “Vera Pavlovna’nın Dördüncü Düşü” kısımda Fourier’in falanjist evlerinden yola çıkarak yeni toplumsal ilişkilerin hakim olduğu yeni yaşam mekânları tasvir edilir.

Geleceğe dair şehir ütopyasının anlatıldığı bu bölümde Çernişevski, 1859 yılında Londra gezisi sırasında gördüğü ve çok etkilendiği Kristal Saray, geleceğin imgesi olarak sunulur. Demir ve camdan yapılan bu devasa ve zarif yapı, çağdaşları için yeni ve sarsıcıydı. Çernişevski de bu mimarinin çizgilerini yarını müjdelediğini düşünerek kucakladı. Kristal Saraylar’dan oluşan bir gelecek betimlenir “Nasıl Yapmalı” eserinde; devasa yapılar birbirinden iki, üç mil uzaklıkta, otlak ve çayırlarla, bahçe ve korularla ayrılmıştı. Her bina içinde atölyeleri, ortak yemek ve eğlence mekânları bulunan, alüminyum mobilyalar, taşınır duvarla tüm ihtiyaçlar kollektifleştirilmiştir. İleri teknolojiye uygun tarım ve sanayinin yapıldığı bu rasyonel yapılar, her türlü tatmini sağlayan, hiçbir bireysel ve toplumsal çatışmanın olmadığı yeryüzündeki bir cennettir. Asıl can alıcı nokta Çernişevski, feodalizmden sosyalizme geçerek, kapitalist şehirlerin aşılmasını amaçlamasıdır. Bu yeni dünyada şehirlerin sayısı gittikçe azalmış, insanlığın geri bir dönemini simgeleyen, turistlik amaçlarla gezilen yerler olmuştur. Çernişevski’nin ütopyası modern kentleri dışlayan bir modernleşmedir.

“Nasıl Yapmalı” yayımlanırken Dostoyevski’ de hapishane sonrası ilk kez Avrupa seyahatine çıkmıştı. Avrupa’nın ihtişamlı şehirlerini ziyaret eden Dostoyevski de Londra’da Kristal Sarayı görür. İlk izlenimi ürperti ve dehşet olur, saray Dostoyevski’yi korkunçluğuyla etkiler. Avrupa’da gördüğü her şeyden tiksinen Dostoyevski, Kristal Saray’ı görmesiyle birlikte koşarak Rusya’ya geri döner. Rusya dönüşü sonrası “Yaz İzlenimleri Üzerine Kış Notları” eserini yayımlamaya başlamış ve Avrupa uygarlığına sert eleştirilerini ironik bir dille sıralamıştı. Çernişevski’nin bu eseri Kristal Sarayı geleceğin bir imgesi olarak sunması, öfkesi burnunda Dostoyevski’yi harekete geçirir. Daha önemlisi, 14 yıl önce Petraşevski grubunda Fourier’in ütopyalarını tartışan Dostoyevski, bu hayallerin bedelini Sibirya’da ağır biçimde ödemişti. 14 yıl sonra Fourier ile karşılaşması, eski fikirlerini geride bırakan Dostoyevski için trajik olmuştu. Artık geçmişiyle gerçek bir muhasebe yapması kaçınılmadı.
Dostoyevski öncelikle Çernişevski’nin eserine bir eleştiri yazısı kaleme almak istemiş fakat sonra bu esere karşı bir edebiyat eseriyle cevap vermeyi daha doğru bulmuştu. Böylece “Yeraltından Notlar” romanı hayat bulur. Bu iki eser, iki ayrı dünya, iki ayrı ahlaki ve politik çizgide bulunur. İki eserin geleceğe dair öngörüleri kendisinden sonra gelen kuşağı derinden etkilemişti. Çernişevski, Lenin gibi devrimci liderlerin düşsel dünyasında izler bırakırken; Dostoyevski’nin yeraltı adamı ise, büyük ve sarsıcı modernleşme uygulamaları karşısında tavır alanların sözcüklerini dile getirmişti.


SOVYET MODERNLEŞMESİNE ‘YERALTINDAN NOTLAR’

Platonov, bu yüzyıllık tartışmada Sovyet modernleşmesini Çernişevski’nin ütopyasının gerçekleşmesi olarak görüp, kendisi yeraltı adamının eleştirel ve ironik dilini benimsemiştir. Gorki’nin alaycı ve lirik bulduğu Platonov’un üslubu bir anlamda yeraltı adamının üslubundan ilham almıştı.

“Çukur”da yapılması planlanan konutların başında Pruşevski isimli genç bir mühendis bulunmaktadır. Platonov genç mühendisin iç sesini okura duyurur: “insanların hala avlulu çitli usulle yaşamayı sürdürdüğü eski şehrin yerine tek bir ortak proleter evi kurma fikrini bulmuştu; bir yıl sonra tüm yerli proletarya küçük mülkiyet şehrinden çıkıp yerine anıtsal eve yerleşecekti. On ya da yirmi yıl sonra başka bir mühendis dünyanın ortasında yeryüzünün tüm emekçilerinin edebi saadete erişeceği bir kule inşa edecekti. Pruşevski şimdide, dünyanın orta yerine dikilecek, sanata ve amaca uygun statik mekanik eseri gözünün önüne getirebilirdi ama bu ovanın ortasına kuracağı ortak evde yaşayacakların ruhunu çözemez, hele ki geleceğin kulesine yerleşeceklerin nasıl kimseler olacağını hayal dahi edemezdi. O gün geldiğinde gençliğin bedeni nasıl görülecek, kalp hangi heyecan verici güçle çarpmaya, akıl düşünmeye başlayacaktı?...İnsanların yalnızca kötü hava yüzünden içinde yaşayacakları boş binalar dikmekten korkuyordu”.

Mühendis Pruşevski’nin ruhsal durumundaki çelişkileri, geleceğin yapısını hayal edebilirken hayatın anlamını kavrayamaması olarak sunulur. Mühendis hayatı kavranamaz olduğunu hissetmesi ve sürekli intihar etmeyi düşünmesi, sevgi ve mutluluktan yoksunluk haliyle betimlenmesiyle; Dostoyevski’nin her türlü çelişkinin sonlanacağını savunan Çernişevski’ye yaptığı itirazın haklı olduğunu göstermek ister Platonov. Dostoyevski’nin “Yeraltından Notlar” eserindeki: “Kristal Saray’da acı çekmek ise bütünüyle yakışıksız kaçar, çünkü acı çekmek kuşku demektir, olumsuzlama demektir. İçinizde kuşku uyandıracaksa o zaman bu ne biçim bir Kristal Saray olur dersiniz?” sözleri “Çukur”da yankılanır. Platonov, sürekli kendisinden kuşku eden ve acı çeken mühendis imgesiyle sosyalizm idealinin kırılganlığını göstermek ister. Öncü Pruşevski bu anlamda amaçsız Voşov’un ruh ikizidir. Kuşkuları onları yan yana getirir.

Diğer bir noktaysa, Platonov’un mühendisin ruhsal muhasebesini yaparken, Pruşevski’nin yapacağı bu binada kendisinin yaşamayı düşünmemesidir zaten sürekli ölümünü planlamaktadır. Yine yeraltı adamının ideal yapılar, ütopyalar tasarlayan kişilerin çelişkilerini anlattığı pasaj akla gelmektedir: “insan yaratmayı, yollar inşa etmeyi sever, tartışma götürmez bu. Ama...içgüdüsüyle hedefine erişmekten ve yapıyı tamamlamaktan korkuyor olmasın sakın? Nasıl bilebilir ki, belki de o yapıyı sadece uzaktan seviyordur; yakınına gitmeden, belki de sadece inşa etmeyi seviyor ve içinde yaşamak istemiyor”. Pruşevski’nin intiharı düşünmesi belki de bu korkudandır bilemeyiz ama, şehrin diğer ucunda yükselen yeni bir yapı gördüğünde heyecanlanması ancak binanın yakına dahi gitmemesi, yeraltı adamını doğrular ister gibidir.

Dostoyevski’ye göre ,Çernişevski’nin betimlediği, acıların ve kuşkuların geride kaldığı ideal yerler ancak kusursuz bir hapishane ütopyası olabilirdi. Kristal Saray imgesi o kadar kusursuz ve mutlaktır ki insanlar ona “dil çıkarmaya dahi cesaret” edemez. Bireysel özerklik ve özgür irade böylesi bir ütopyada anlamını yitirir, bu Dostoyevski için ölüm demektir.İşçi konutları için kazılan çukurdan çıkan “fantastik” ve “absürt” tabut imgeleriyle Platonov yine Dostoyevski’nin itirazlarını tekrarlamıştır.

Emperyalizme karşı, tükenmiş kaynaklarıyla toplumsal ilerlemeyi sürdürmeyi ve sosyalizmi yaşatmayı olağanüstü bir kararlılıkla uygulayan Sovyetler için, yeraltı adamının suretinin yüzeye çıkmasına izin verilmemişti. Milyonlarca insan yokluk içinde yeni bir uygarlık kurma mücadelesi verirken, insanlar Dostoyevski’nin ruhsal çelişkileri irdeleyen eserlerine yönelmemişti. Sovyetler’de Dostoyevski’ye doğrudan uygulanan bir sansür yoktu, basit bir şekilde insanların yaşadığı gerçeklikte Dostoyevski’ye yer yoktu. 1950’lerin ortalarına kadar bu durum değişmedi sonrasında Rusya’da Dostoyevski’ye olan ilgi yeniden artmaya başladı.
Kendi içine dönen, sürekli varlığını ve hayattaki amacını sorgulayan, toplumsal sorunları yeraltı adamının “yıkıcı” üslubuyla betimleyen Platonov’un eserlerinin göz ardı edilmesinde, sansürle birlikte bu dinamiklere de bakmak gerekir. Platonov gibi Sovyet modernleşmesini eleştiren yazarlar, Rus edebiyatı tarihi bağlamında okunduğunda, eleştirilerinde Sovyetler’in geleceğine dair keskin öngörülerden ziyade geçmiş tartışmaların gündeme getirildiği görülür. Platonov eserlerinde toplumsal sorunları geçmişe bakarak incelemiştir. Yeni bir dünya kurma kavgası verilirken, toplumsal çelişkileri geleceğe bakarak aşmak yerine yeraltı adamının “kehanetlerinin” doğruluğunu araştırdığı için Platonov’un büyük öngörülere sahip yazarlarla birlikte anılması doğru değildir. Ortada bir peygamber varsa bu Dostoyevski’dir, Platonov ise bu “kutsal sözleri “ tekrarlayan bir havaridir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder