Moskova

Moskova

15 Temmuz 2015 Çarşamba

Kadınlar Da Düşünebilir, Hatta Sarışınlar Bile!



Arbat’tan Hamovniki tarafına doğru ara sokaklardan yürürseniz onlarca kafe görürsünüz. Bazıları Rus muhaliflerinin takıldığı sevimli mekanlardır. Hamovniki biraz bizim Cihangir’e benziyor. Rusların entelektüel düzeyinin bizdekilerden üç beş fersah yukarıda olduğu bir gerçek. Ancak buna rağmen yine de o çok bilmişlik ve her şeyin yüzeyde olması hali insanda tuhaf duygular uyandırıyor.

Savaş karşıtı sloganlarla bezenmiş, sakalı göbeğine kadar uzanan oğlanların ve bol piyirsingli kızların kapısına bisikletlerini park ettikleri, her elde bir ayfon, her masada fanzinler ya da muhaliflerin popüler gazetesi Nezavisimaya olan bir kafedeyim. 

Duvardaki “не груз 200” (nie gruz 200)sloganlarının, savaş karşıtı protesto fotoğraflarının, afişlerin yanında kocaman bir Marilyn Monroe görüntüsü duruyor. Kahvemi içerken duvardaki en sevimli imaja, Marilyn’in güzel yüzüne bakıyorum ve Rusçam yeterli olsaydı eğer buradaki sakallı laybırıl gençlere anlatacağım “öteki Marilyn’i” düşünüyorum. Onlara anlatamadığıma göre buyrun size anlatayım.

Düşünen Bir Sarışın, Üstelik Bir de Yahudi

Marilyn Monroe pek çok insanın kafasında tıpkı bu kafenin duvarındaki fotoğrafta olduğu gibi seksi bir sinema yıldızı olarak canlanır. Oysa o “aptal sarışın” kalıp yargısının arkasında gayet derin politik fikirleri olan bir insan durmaktadır.

Monroe genel olarak bir özgürlükçüydü. Dinsel baskıya, sansüre ve politik kısıtlamalara karşıydı. Arkadaşı Jane Russel’la ilgili olarak “Jane beni defalarca dine geri döndürmek için uğraştı, bense ona Freud’u tanıtmaya çalıştım” diyordu. En azından üçüncü eşi yazar Arthur Miller’la evlenene kadar dinsiz olduğunu biliyoruz. Nikahtan dakikalar önce Miller’ın da dini olan Yahudiliğe geçti. Miller’dan boşandıktan sonra da Monroe ömrünün sonuna kadar yahudi olarak kaldı, yahudi yardım kampanyalarına katıldı, rabbi Robert Goldburg’dan yahudilik dersleri aldı, İsrail’i destekleyen siyonist içerikli konferanslar verdi.

Çok tuhaf değil mi? Aslında dönemin koşullarını düşününce o kadar da tuhaf sayılmaz. Monroe’nun yahudiliğini daha çok “sosyolojik yahudilik” olarak niteleyebiliriz. Soykırımın üzerinden henüz bir on yıl bile geçmemiştir ve siyonizm dünyada Sovyetler dahil tüm ilerici güçler tarafından desteklenmektedir. Öte yandan Monroe’nun yahudilikte ısrar etmesi Holywood’da ve genel olarak Amerikan siyasetinde etkili olan yahudi lobisiyle de ilişkilendirilebilir. Yahudi olmak ya da yahudilere yakın olmak şöhret yıldızının parlaması anlamına gelmektedir.

Monroe, neredeyse her zaman güzelliği ile ön plana çıkarılan bir kadındı. Bu durumdan kendisinin de az-çok rahatsız olduğuna dair bazı ipuçlarımız var. Basın danışmanı Patricia Newcomb’un aktardığına göre, intiharından hemen önce verdiği bir röportajın sonunda gazeteciden kendisini ciddiyetle dinlemesini istiyor ve şunları söylüyor:

“Aslında söylemek istediğim şey sadece şu: Dünyanın gerçekten ihtiyaç duyduğu tek şey gerçek bir kardeşlik hissidir. Herkes: starlar, işçiler, siyahlar, yahudiler, Araplar.. hepimiz kardeşiz.

Lütfen benimle dalga geçme ve röportajı bu fikirlerimle bitir.”

Komünistlerin Dostu

Devletin komünistlere karşı tutumunun bir cadı avına dönüştüğü Mc Carthy döneminde FBI Monroe için de bir dosya tutmuştu. Bu dosyada Monroe “çok büyük olasılıkla solcu” olarak niteleniyordu. Yakınındakilerin anlatımlarına göre “Herkesin, siyahların ve yoksulların eşit haklara sahip olması konusunda son derece tutkulu biriydi. Kendini özellikle işçilerle özdeşleştiriyordu.”

Marilyn arkadaşımızın (dikkat ederseniz solcu yapmakla kalmadık arkadaş da olduk kendisiyle) beni hayal kırıklığına uğratan tek eylemi 1954 yılının Şubat ayında Kore’deki ABD askerlerine moral vermek için yaptığı gösterilerdir. O dönemde Monroe, beyzbol yıldızı Joe DiMaggio ile yeni evlenmişti ve balayı için Japonya’daydı. ABD ordusunun davetiyle Kore’deki askerlere bir moral ziyareti yaptı. Bu ziyaret dört gün sürdü. Bu dört gün boyunca Monroe on kez sahneye çıktı ve yaklaşık yüz bin asker tarafından izlendi. Kendi söylediğine göre bu “hayatında başına gelen en güzel şeydi”.

Monroe tabii ki olaya insani açıdan bakıyordu. Yaklaşık dört yıldır memleketlerinden uzakta ve savaşın içinde olan askerlerin ona gösterdiği sevgiden ve ilgiden etkilenmişti. ABD önderliğindeki BM güçlerinin başka bir halkın topraklarında yüzbinlerce insanı öldürmesini sorgulayabilecek durumda değildi.

Ancak çok değil, beş yıl sonra Marilyn, bu kez önemli barış hareketlerinden birinin, SANE’nin ön saflarında görünecekti, hem de Marlon Brando, Henry Fonda, Arthur Miller, Harry Belafonte ve Ossie Davis gibi isimlerle beraber. SANE, nükleer karşıtı bir hareketti ve o dönemde Sovyetler Birliği’nin silahsızlanma politikasına aktif destek veriyordu.

Monroe’nun yaşamının son altı yılında görece solcu fikirlere sahip olmasında Arthur Milller’in bir etkisi olmuş olabilir. Miller yaşamı boyunca komünist faaliyetlerin içinde olmuş biriydi, Mc Carthy’nin Amerikan Karşıtı Aktiviteler Komisyonu tarafından sorguya çekildi. 21 Haziran 1956 tarihindeki sorgulamada komünistlere yardım ettiğini, onlarla yakın ilişkisi olduğunu kabul etti ama komünist arkadaşlarının isimlerini açıklamayı reddetti. Mc Carthy faşizmine karşı fevkalade cesur bir duruş sergilemişti. Ancak tüm bunlardan daha ilginç olanı  Miller’ın, Marilyn’le evlenme planlarını da aynı sorgulama sırasında açıklamasıydı.

Marilyn, Miller’den önce de özgürlük konusunda radikal sayılabilecek fikirlere sahipti, belki sadece bunları politik bir bağlamda kullanmıyordu. Sansürden nefret ediyordu, insan düşüncesinin özgür olmasından yanaydı, kimsenin melek olmadığını ama “iyilik” kazansın diye mücadele etmek gerektiğini söylüyordu. Sonuçta yoksul bir ailenin çocuğuydu, pekiyi bir eğitim görmemişti. Ancak aktrist olmadan önce silah üreten bir fabrikada işçiydi, işçi sınıfının içinden geliyordu ve büyük olasılıkla bu durum zihniyetini şekillendiren en önemli etmenlerden biriydi.

Yine de Monroe’nun sadece bedeniyle değil fikirleriyle de var olma çabası genelde sonuçsuz kalmış olmalı ki medya onu böylesi görüşlerinden ziyade şuh bakışlı, güzel memeli, aptalca bir sarışın olarak resmetti. Bugün yaşasa büyük ihtimalle -Amerikan türü de olsa- solculuğu seçer ve kesinlikle savaş karşıtı, insan haklarından yana biri olurdu. Ama ne yazık ki “solcuların” falan takıldığı kahvelerde bile onu hala sadece dudakları, bacakları ve memeleriyle görüyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder