Samih
Güven
Kaynak:
https://samihguven.blogspot.com/
Son zamanlarda Dostoyevski’nin bir sözü kafamda dolaşıp
duruyordu. “Ruslar bütünüyle Ortodoks’tur. Ortodoksluğu anlamayanlar Rusları
asla anlamayacaktır” demekle neyi kastediyordu Dostoyevski?
Aklımda bir cevap vardı ama yine de araştırıp emin olmak
istiyordum. Ruslar Hristiyanlığı Batıdan değil Bizans’tan almıştı. Dostoyevski
din konusu ile ulusal ve kültürel özgünlük meselesinin birlikte ele alınması
gerektiğini kastediyordu muhtemelen. Bir de Dostoyevski'nin Rus köylü sınıfında
olduğuna inandığı alçakgönüllülük ve acıya karşı manevi kapasiteyi de buna
eklemek gerekiyor.
Rusya ile ilgili çeşitli kültürel konuları araştırırken
dikkatimi bir şey çekiyordu. Onuncu yüzyılda Hristiyanlığın kabul edilmesinden
önce malum Ruslar pagandı ve o dönemlerden günümüze kadar gelmeyi başaran
gelenekler vardı. Örneğin İvan Kupala, Maslenitsa, buzlu suya girilmesi, çam
ağacı ve yılbaşı süslemeleri gibi. Bu gelenekler öylesine özgün bir şekilde
taşınmıştı ki günümüze bazıları kilise ritüellerinde bile yer bulmuştu kendine.
Yani Ortodoksluğu anlama çabası Katoliklik ve Ortodoksluk
arasında var olan papalık makamının konumu, hukuk ve idari makamlar, rahiplerin
evlenip evlenemeyeceği, İsa’nın doğum tarihi, kutsal ruhun kaynağına ilişkin
yorum ve düşünce farklılıklarından çok daha geniş bir çerçeveye oturuyor.
Rusların ve diğer Ortodoks ulusların kendi kültürel ve
geleneksel özelliklerini dinsel ibadetleri ile bağdaştırmaları ve daha bağımsız
kalmalarının üzerinde durulması gerekiyor.
Orlando Figes’in “Nataşa’nın Dansı” adında Rusların
kültürel tarihine ilişkin çok önemli bir kitabı var. Orada yer alan konuyla
ilgili izahat gerçekten önemli.
Ruslar onuncu yüzyılda Hristiyanlığı kabul etmişler malum.
Bu onların kendi iradeleriyle dinleri araştırmaları ve özgürce karar vermelerine
ilişkin ilginç bir süreç olmuş. Figes konuyu şöyle ele almış.
Onuncu yüzyılda Vladimir dinleri araştırmak üzere
temsilcilerini görevlendiriyor. Volga Bulgarlarını inceleyen temsilciler uygun
rapor vermiyor. Yine Yahudilikte olumlu rapor alamıyor. Hristiyanlık konusunda
karar kılınıyor ama temsilciler Roma ve Almanya’daki kiliseleri fazla basit
buluyor. Fakat Bizans kiliselerinden, onların ihtişamından ve sanatsal
güzelliğinden oldukça etkileniyorlar ve olumlu rapor veriyorlar. Tabi o
dönemdeki ticari ve siyasi ilişkileri de göz önünde tutmakta fayda var.
Ruslar’ın Hristiyanlığı Batı Kilisesinden değil Bizans'tan
almalarının çok önemli bir anlamı vardı. Çünkü Figes’e göre Bizans'ta uluslar
üstü bağlılık sağlayacak bir papalık yoktu. Latince gibi ortak bir dil de
yoktu. Dolayısıyla Ortodoks toplumu genelde ulusal çizgilerini korumayı ve
nispeten bağımsız kalmayı yeğleyen kiliseler olmayı başardı.
Figes’e göre Ortodoks kilise ritüelleri ulusal ve kültürel
özelliklere imkan veriyordu. Hatta bazen onları temsil ediyordu ve 1453 yılında
İstanbul'un fethedilmesi sonrasında da Moskova'nın Ortodoksluğun en önemli
merkezi haline geldiği düşünüldü. Böylece Rus kiliseleri daha
bağımsız ve özgün bir yapıya kavuşmuş oldu.
Özellikle komünizm öncesi dönemde Çarların taç giyme
töreni, evlilik merasimleri de dahil olmak üzere ulusal sorunların çözümü,
dayanışma, motivasyon duyguları uyandırılması açısından kiliselerin önemli bir
işlevi olduğu biliniyor.
Komünizm dönemindeki mesafeli tavırdan sonra 90’lı
yıllardan itibaren Ortodoks kiliselerin tarihsel misyonlarına dönme çabaları
olduğu da anlaşılıyor.
Dolayısıyla söz konusu yaklaşımın tarihin akışına ve kültürel konulara önemli etkileri olduğu açık.
Dolayısıyla söz konusu yaklaşımın tarihin akışına ve kültürel konulara önemli etkileri olduğu açık.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder