MUSTAFA
ÖZTÜRK
Novodeviçiye Manastırı’nın ayakucundaki mezarlığında,
görkemli bir açık hava müzesinde bulunduğunuz hissine yakalanabilir ve herbiri
kendine özgü düzenlenmiş bir sanat eseri görününmündeki“anıt mezarların” , sizi
sohbete davet ettiği duygusuna kapılabilirsiniz. Bu engin çiçek tarlasındaki
her bir gömüt yeri, yüksek insanlık seçkinleri arasına girmiş, tarihsel
kişiliklere aittir. Bu huzur bahçesinde, gönlünüzü okşayan bir şaşkınlıkla tüm
ünlü sakinleri buluşturan ortak bir gıpta duygusunu sezerken, kendi
serüvenlerine dönüştürdükleri yaşamlarının kahramanı olmuş yüzlerce esin ve
yetenek doruğu kişiliğin bütünlediği huzur ve mutluluk veren bir büyük halenin,
büyük bir enerji bulutunun merkezinde Nazım Hikmet’ in dinlenceye çekildiği
adanın yeraldığını farkedersiniz. Büyük şairin sonsuz huzur ocağının bulunduğu
yer, Novodeviçiye mezarlığında, devlet resmi defin törenlerinin yapıldığı
alanın merkezinde, adeta “şeref locası” konumundadır. Buraya getirilen her yeni
sakin, ilk olarak, sanki, engin mapusluk deneyimine sahip, hapishanelerde
onlarca sanatçıya öğretmenlik yapmış Nazım Hikmet’in önüne getirilir,
tanıştırılır, ondan öğütler alır, sonra ebedi huzur ocağına gömülür. Buradaki
bir defin yeri, parayla ya da dünya varlıklarıyla satınalınamayacağından dolayı
paha biçilemezdir.Yıllardır defin işlemi durdurulmuştur, bu durdurma işleminin
son istisnaları, SSCB son devlet Başkanı Mihail Gorbaçev’in bir fenomene
dönüşen karısı Raisa Gorbaçev ile Sovyet sinema ve sirk artisti sosyalist emek
kahramanlık madalyası sahibi Yury Nikulin ve devamen Rusya tarihinde yer bulmuş
sayılı sanatçılardan ibarettir. Her defin yeri için, Devlet Başkanının bir
kararnamesinin düzenlenmesi gereklidir. Rusya kalbini, öz bir oğluna açar gibi
açmıştır Nazım’a. Rejim değişse de, yöneticiler degişse de, Nazım Hikmet bu
ülkede, vatansız iken bulduğu yurt parçasında hala huzurla yatmakta.
Ziyaretçileri, komşuları, Gorbaçev’den, Ho Si Min den, Anton Çehov’dan,
Mayakovski ’den, besteci Sostokoviç ’den, Gogol ’den, hemen herkesden daha
çoktur. Ziyaretçileri arasında yıllarca, Türkler azınlıkta kalmıştı. SSCB’nin
dağılmasından sonra, yeni Rusya’da, tamamen korunaksız kalan yüzlerce Türkiyeli
komünist de, çok yeni bir sürgün yaşamına başlamışlardı. Bilal Şen, o yıllarda
mezarlığa gelen Türkiyeli komünistlerin en yaşlısı ve kıdemlisi idi.1920
doğumlu Bilal amca artık aramızdan ayrıldı, Onyıllari beraber yaşadıkları
sevgili eşi Svetlena hanım, TKP'nin kurucularından ve Mustafa Suphi'nin
yoldaşlarından Süleyman Nuri'nin kızıdır. Nazım Hikmet’in ölümünün otuz yedinci
yıldönümünde, 3 Haziran 2000 günü Vera Tukyukova ile anma töreninde
Novodeviciye Manastır mezarlığında beraberiz. Vera yıllar sonra bir tufan gibi
patlayan binlerce Türkiye vatandaşının akınını memnuniyetle ve heyecanla ve de
hayretle izliyordu. Yorgun ve rahatsızlığının izlerinin zaman zaman perdelediği
yüzüne bir mutluluk halesi gelmiş, on yıllardır eksikliğini hissettiği bir
sıcaklığın kendisini sardığını düşünüyor olmalıydı. Rusyalı TKP grubunun tören
alanına geldiğini görünce, Vera ve gazeteci Hakan Aksay’ın yanından ayrılarak,
Bilal amca ile Mehmet Toğacar’ın yanına vardım. Bizim sohbetimiz sürerken,
yanımıza, ay yüzlü bir ninenin yaklaştığını fark ettim:
“oğul, merhaba” “merhaba, ana’’ “Ben sizinle görüşmek
isterem, benim adım Adile, Adila Guseynovna, görüşmemiz olur mu” “Ana tabii ki,
tören bitsin ben seni arabama alırım, yalnız mısın” “Yok, Sonya da var, Sonya
İhmalyan, Jak İhmalyan’ in eşi “ Gümüş gibi saten saçlarla, bir teyze daha
yaklaştı. Tanıştık. her ikisi ile de tören sonu buluşmak üzere sözleştik… Bu
arada, Adile’den duyduğum “Vera nin ne isi var burada” sozleri beni çarpmıştı. “Vera
nin bugün burada olmasından mutluluk duyulmaz mı Adile anam”, “sonra oğul
anlatiram sana, günlüklerimi getirmişem: sana vermek istirem…” Bu son dialog
usuma egemen olmuş ve tüm düşüncelerin ortasına bağdaş kurup oturmuştu… Bir
gizem beni bir yere çağırıyordu Her yılbaşından sonra, geleneksel Nazim
takvimim baslar. Yılın ilk ziyaretini bu günlerde yaparım. Mezarlığın 48 nolu
parseli üzerindeki gömütlerin bakımından ve düzeninden sorumlu yaşlı Zinaida
teyze yaşama gözlerini yumduktan sonra, yerini alan Varvara teyze ile de
dostlugumuz ilerlemişti. Karlar eridiğinde, Novodeviçiye Mezarlığı nda bahar
hazırlığı başlar. Nazım Hikmet’in huzur bulduğu mekanının toprağı üzerine
şubatın sonlarına doğru ilk cemre düşer. Karlar eridikten sonra, gömütlerin
üzerindeki toprak kabartılır ve üst katmanındaki bitki toprağı eşelenir ve
ayrık otları ve yabancı bitkilerin çıkmaması için, küçük bir “nadas” yapılırdı.
Nisan ayının sonunda, Rusya da geleneksel, çevre temizliği başlar. Bu etkinlik,
çoğu yerde, nisan ayının son Cumartesi ne denk getirilirdi, adı da buradan
gelmekteydi “Subbotnik”, yani “Cumartesilik” … “Cumartesilik” Sovyet ülkelerinde
komünist kültürün gelenekselleştirdiği bir imece paylaşmasıydı, daha çok, Lenin
in doğum günü olan 22 Nisandan önceki gün bir seferberlik ruhuyla yapılırdı.
Benim subbotnik gelenegim de, 22 Nisandan önce şair babayı ziyaret etmek,
gömütün çevresine bir kolaçan etmekti. Bu gelenek, onunla birlikte Lenin in
doğum gününü kutlamak ve şair babanın koynuna bir kaç yeni çiçek ekmekten
ibaretti… Bunları yaparken, Zianida teyze, onun vefatından sonra da, Varvara
teyzenin, emeğiyle, benim de katılımla, bu isleri yapardık.
Ama Nazım babanın ölüm yıldönümü törenlerinden önceki
günlerde, bir kaçınılmaz temizlik evresi daha vardır. Bu sefer, rüzgara karşı
tüm mezarlık alanında bir seferberlik başlatılır. Gevrek kavaklardan ve
selvilerden uçusan aşaklar, toprak ve yer yüzeyini topaçlı tüylerle kaplayınca
her yerde temizlik atağı başlar, mezarlığın her parselindeki bakıcıları bu
mücadeleyi yürütürler. Hele Mayıs başında, ilk çiçeklerini veren
karahindibaların hikayesi bizim için ayrı bir anlam taşır. Karahindibalar,
papatyagillerden, arsız bir vahşi yazı çiçeğidir. Nazım Hikmet in gömütünün
bulunduğu parselin hizmetlileri teyzelerden bu çiçeğin hikayesini kısaca
aktarayım: Karahindiba çiçekler aleminde mutluluk ve sadakat simgesi olarak
bilinirlermiş. Arıların en uzun seviştiği çiçeklermiş nisan başından eylüle dek
balyapıcı polenlerin ve tozanların en büyük kaynağı karahindibalar imiş. Rusya’da
bu kadar çok adı ve lakabı olan bir çiçek olmasa gerek ; gün ışığı, kürklü,
kabarık, yağlı çiçek, mart çalısı, üfürük topacı.. Geleneksel tedavilerde
ninelerin vazgeçemediği karahindiba nın bir adı da ömür balzamı...
Karahindibalar çiçek verdikten, sonra tohuma durur. İşte o zaman kavakların
tüylü aşakları gibi, tüylü topaçlar alır çiçeklerin yerini. Rüzgar yine sahne
alır, tohumları her bir köşeye dağıtır. Bu dönemler, mezarlık bahçesinin
bakımına çok yoğun emek harcar bakıcı teyzeler. Bu dönemler, mezarlığa
uğramasam, rahat edemem. Bakarım ki, şair baba da ayakta, bize destek verir: O
rüzgara karşı durmayı hep sevmiştir... Ama bir de söylemek istediği var
gibidir... Karahindibaların arsızlığından o mutludur... Arsızlıkları olmasa
onlar dağılıp, çiftleşip, çoğalamazlar ve her yıl, milyonlarca tüylü topaçla,
şair babanın yanından, milyonların devrim ruhuyla ayağa kalktığı, bir 1 Mayıs
korteji gibi geçiş yapmazlardı... Yaz sonunda, güz temizliği takvimi gelir,bu
sefer ki gayret ise kar düşmeden, toprak donmadan, yaprak temizliğinin
yapılmasıdır. Toplanan yapraklar, yakılmak üzere, kamyonlarla, mezarlıktan
toplanma noktalarına taşınır. Benim şair baba ziyaretlerim, ayrılık öncesi,
bakıcı teyzenin kulübesi yanında bana ikram ettiği çay ile sonlanırdı. Bazan
benim götürdüğüm keki veya pastayı yerdik. O kulübe de, bazan, şair babayı Rus
geleneklerine göre anardık. Bu anma, “ruhu şad olsun” denilerek doldurulan
vodka kadehсikleri, kutlama ve şerefe duygu halinden uzak, birbirine tokuşturulmadan
içilerek yerine getirilirdi. Bu anmaya Rusya da “ paminka” denir. Bir tür “yas
alma” gelenegi… Eski pagan alışkanlıklarına uzanan, merhumun ardından, defin
günü, 3 cü,9 cu ve 40 cı günlerde verilen yas yemekleri de böyle adlandırılıyor.
Genellikle, 3 Haziran’ın bir gün öncesi hazırlık çalışması sonrası , çoğunlukla
iki kişiden olusan, ayaküstü yas alma törenlerimizin, anlamı, ”sair babanın ”
ertesi günkü törene hazır olduğu anlamına gelir. Bu emekçi yaslı teyzelerin
Nazım Hikmet in dinlence evine daha özenli bakmaları, ve ilgilenmeleri için
onlara küçük armağanlar verme gelenegini sürdürüyorum. Türkiye’den onlara
eşarp, çorap, annemin ordüğü eldivenler armağan ettigimde, beni bağırlarına
basıp, gözyaşı dökmelerini unutamam:
“ne volnuysa sınok, mesta pokoya u papa poeta budet samjy
sikarniy” “sen merak etme, şair baba nın yeri, buranın en bakımlısı olacak”
Vera Tulyukova bizim bu mezarlık rituellerimizi, ışıklar içinde yatası Zinaida
teyzeden duyduktan sonra, bana minnet duygularını ifade etmisti; “Mustafa, moi
pecali zdes rashodyatsia, spasibo za vso” Mustafa, benim hüzünlerim burada
dağılıyor, her sey için sağol” Vera ya yanıtım onu düşündürmüstü, sevindirmişti
“Uvajaemaya Vera, biz Nazim ın size aşkını örnek alıp, aşık olurduk, ilk
gençligimizde, hepimiz bir saman sarısı kadına aşıktık. Siz hepimizin gözünde
idol ve ideal gelindiniz. Ben Nazımı sevdiğim ve ona bir öğrencisinin gönül
borcunu hissettiğim için buradayım. Lütfen böyle anlayın, size yardım etmek
için yapmıyorum, kendim istediğim için bunlar...” Vera, duygulanmış, mutlanmış,
gözleri nemlenmişti. Nazım konuklarını kabule hazırdı.
Mustafa Öztürk, Moskova, Haziran 2018