SUAT TAŞPINAR
Kaynak: http://www.turkrus.com/
Eğer şarkılarını İngilizce söylüyor olsa,
bugün Türkiye'de belli çevrelerde bir Bob Dylan ya da Tom Waits'le
kıyaslanabilirdi. Ama "demir perde"nin arkasında söylediği için pek
azımız, tesadüfen öğrendi onu. Ama müziğine dokunan iflah olmadı. Ölümünden 24
yıl sonra, şarkıları daha dün çıkmış gibi hala taptaze olan Vladimir
Vıstotski'yi, "Rusya yıllarının güzel bir armağanı" olarak sizinle
paylaşmak istedim:
Yıllar yıllar önceydi... Moskova'ya ilk ayak bastığım günlerdeydi. Yoldan
çevirdiğim eski bir Lada'ya taksi niyetine bindim. Orta yaşını devirmiş, düzgün
görünümlü şoför radyo dinliyordu. Şarkı değişince uzanıp sesi biraz daha açtı.
Karlı bir Moskova akşamında sarı sokak lambalarının ışığıyla bir parça
aydınlanan emektar arabanın şaşırtıcı derecede iyi olan teybinden önce bir kaç
ritmik gitar melodisi, sonra "tuhaf", boğuk bir ses çıkmaya başladı.
Bir adam marş mı, şarkı mı, şiir mi olduğunu anlayamadığım bir üslupla,
gırtlağına basılmış gibi bağırıyordu. Acelesi varmış da bir an evvel ne
söyleyecekse söyleyip gitmek ister gibi. Sanki birisi arkasından koşturuyormuş
gibi.
Pek "keyif verici" bir ses değildi. "Huzur verici" olmadığı
kesindi. İnsanın ince duygularına dokunan bir hali yoktu. Hırıltı gibi bir
sesti doğrusu. Şoföre "Kanalı değiştirir misin?" diyebileceğim,
neredeyse rahatsızlık veren bir sesti. Hiç bir şey söylemedim; çünkü
direksiyonda şarkıya usulca tempo tutan şoför için çok şey ifade ettiğini
anladım. Söylediklerinden, yakalayabildiğim bir kaç basit kelime dışında hiçbir
şey anlamıyordum. Karşılıksız bir aşktan da söz ediyor olabilirdi, siyasi hiciv
de yapıyor olabilirdi, Rus halk kahramanlıklarını da anlatabilirdi,
sevgilisinin gözlerinin içine bakarak coşkuyla bağırıyor olabilirdi.
Anlayabildiğim tek şey, şarkıcının da şarkının da "sıradan"
olmadığıydı. Ki bir süre sonra kulağım alıştı. Anlamadığım bu şarkıda isyanın
da, hicvin de, yürekten kopup gelen "ağır" duyguların da
harmanlandığını hisseder oldum.
Sessizce karların üzerinde yol alırken, sırf muhabbet olsun diye, "Kim
söylüyor?" diye sordum. Şoför "Vısotski" dedi. Ve ben hayatımda
ilk defa bu ismi duymuş oldum.
Sonra sık sık duyar oldum bu sesi. Kimdir, nedir öğrenme hepsi uyandı içimde.
Tanıdıklarıma sordum. "Vladimir Vısotksi bu memleketin vicdanı
diyebileceğimiz ozanlardandı" diyorlardı. "Narkomandı, genç yaşta
bile bile kendini öldürdü" diyorlardı. "Onun şarkılarını bir yabancı
anlayamaz, çevirisi de havada kalır" diyorlardı.
"Sovyet devrinin muhalefeti satırlarında gizli, isyankar bir sesti"
diyorlardı. "On yıllar da geçse onun şarkıları hep günceldir, hep bizi,
tuhaf düzenimizi anlatır, bu topluma ayna tutar" diyorlardı.
25 Ocak 1938'de doğmuştu Vıstotski. 25 Temmuz 1980'de, henüz 42 yaşında
uyuşturucudan öldüğünde Moskova Olimpiyatları'nın en coşkulu günleriydi. Rejim,
bu coşkuya gölge düşürür, gündemi değiştirir diye bir kaç ün gizlemeye
çalışmıştı ölümünü. Ama haber alan on binler, stadyumları boşaltıp akın akın
cenazesine koşmuşlardı. O devirde eşine nadir rastlanan bir sevgi seliyle
uğurlanmıştı dostlarının deyişiyle "Valodi"...
Onun şarkılarına "bard" diyorlardı. Yani "ozan"dı. Kendi
şiirlerine, sadece kendi gitarıyla eşlik ederek şarkılarını söylerdi.
Başkasıyla kıyaslanamaz bir stili vardı. Memleketin sosyal ve siyasi dertlerini
genellikle hicve batırılmış bir "sokak jargonu" ile söylüyordu. İşte
bu hali, Sovyet sisteminin "mesafe" koymasına neden olmuştu. Devlet
TV'lerine çıkarılmıyordu. Halbuki Brejnev'in bile gizli gizli onu dinlediği
anlatılıyordu.
Daha çocukluğunda "ışık saçan" biriydi. Üç yaşındayken, tıraş
olan babasına dönüp, "Bakın hele kim duruyoruz karşımızda: Bizim keçi
kendi sakalını tıraş ediyor!" diye hicvettiği anlatılırdı. Evde
"istenmeyen misafir" olunca, ince dokundurmalı şiirler, şarkılar
uydurup, gitmelerine vesile oluyordu. Küçük yaşta gitar çalmaya başladı. İnşaat
mühendisliği okumaya başlayıp bir sene sonra bıraktı, tiyatroya merak
saldı. 1958'de tiyatroda ilk rolünü kaptı. O sırada zaten
"underground" mekanlarda "tuhaf" şarkılarını çalıp
söylemeye başlamıştı. Tiyatro hayatının ilk yılları "disiplinsizlik"
şikayetlerinden kovulmakla geçti. Asi ruhu, alkole düşkün serseri hayatı başına
iş açıyordu.
Derken 1964'te yıllar içinde biriken 48 şarkısından kendi çabalarıyla
yaptırdığı ilk kayıt, eş dost arasında dolaşmaya başladı. Ama kulaktan kulağa
yayılıyor ve hayran kitlesi artıyordu. O yıllarda, kendisini tiyatro sanatçısı
olarak da saygınlığa kavuşturacak olan eserlerle ünlü Taganka Tiyatrosu'nda
sahneye çıkmaya başladı. Bazı oyunlarda elinde gitar kendi şarkılarını
söylüyordu. Ayrıca beyaz perdeye de adım atmış, hem rolleri hem şarkılarıyla
yükselişe geçmişti bile.
Konserleriyle "kült" olma yolundaydı. Ama alkolle, uyuşturucuyla
savaşında kaybetmeye başladığı, sık sık tedavi görmek zorunda kaldığı
dönemlerdi bunlar. Yükseliş ve çöküş bir aradaydı... 1970'li yıllar
Vısotski'nin inanılmaz bir doğurganlıkla pek çok hit şarkısını yaptığı, artık
Sovyet müzik tekeli "Melodiya"nın da mecburen kaydettiği plaklarının
yok sattığı, Fransa'dan ABD'ye kadar yurtdışına sık sık konserlere gittiği, New
York'ta ünlü TV programı "60 Dakika"ya konuk olduğu, hem
içeride hem dışarıda konserlerinin "olay" olduğu, beyaz perdede ve
sahnede unutulmaz rollere imza attığı, ama sağlığı ile ilgili gittikçe batağa
saplandığı dönemlerdi...
Devlet de bölünmüştü: Kimileri isyan ruhlu şiirleri ve hayatıyla Sovyet
gençliğine kötü örnek olduğunu savunuyor, ama diğer yandan Brejnev şarkılarını
keyifle dinliyor ve ona görünmeyen bir "koruma" sağlıyordu. Ama bu
farklı tutumlar, onun sanatını "belli çizgileri aşmadan" istediği gibi
yapmasını engellemiyordu. Sovyet sistemine bodoslama savaş açmışlığı yoktu
elbette, ama her şeye rağmen "protest" bir ozandı. Ama bu kadar
"yıldız" olmuşken, hayatı boyunca Sovyet TV'si onunla tek bir söyleşi
bile yapmadı. Diğer yandan “şanslı azınlık”a tanınan bir hakkı kullanıp,
Almanya’dan getirdiği Mercedes otomobiliyle Moskova caddelerinde hız
yapabiliyordu Vısotskı, kimse hesap sormuyordu.
1980'de, ömrünün son yılında Vıstotski artık uyuşturucu almadan sahneye
çıkamayacak durumda, sevdiklerinin tüm çabalarına rağmen bu illetle mücadele
edemeyen, ama sanatını icrat etmekten vazgeçmeyen bir "yorgun
delikanlı" idi. Onun bu son yıllarını, Özbekistan turnesi sırasında
uyuşturucuya yaşadığı savaşı, 2011'de çekilen ve büyük ses getiren Pyotr
Buslov'un yönettiği "Vısotski, Çok Şükür Sağ" filmi anlatıyordu.
Kesinlikle izlemelisiniz.
Vısotski 24 Temmuz 1980 sabahı annesine "Bugün öleceğim" dedi. Ve o
gece, alkolle, sigarayla, uyuşturucuyla, stresle bunalmış kalbi onu daha
fazla taşıyamadı ve yatağında öldü. On binlerin elleri üstünde taşınıp
Moskova'da Vagankovskoye mezarlığına gömüldü. Moskova'da Strastnoy Bulvar'da,
sırtında gitarıyla heykeli durur. Ve Rusya’nın pek çok şehrinde
heykelleri yükselir.
Vısotski, Sovyet gündelik hayatının dertlerini, insanların bu sistemde içine
işleyenleri, aşkı, barışı, savaşı, yani "hayata dair her şeyi"
anlattığı 600 kadar ölümsüz şarkı bıraktı geride. Gulag da vardı
şarkılarında, Moskova'nın mafyası da, hayvanlar da... Savaş gazileri,
"Bu duyguları ancak bizimle savaşa katılımı birisi yazabilir" dedi...
Sovyet kozmonotlar, rejimin yasakladığı yıllarda onun kasetlerini uzaya
götürdüklerini itiraf ettiler! Dürüsttü. İronikti. Gerçekti.
İşte bu ülkede uzun süre yaşamak, biraz da Vısotski şarkılarını (sözlerini tam
anlasak da, anlamasak da) can kulağıyla dinlemek demektir... Biraz Rus
dostlarınız onun şarkıları çaldığında her kulak kabarttıklarında onlara eşlik
etmek demektir... Biraz da onun sesinden, bu memleketin dününü, acılarını,
umutlarını, külünü, dumanını içinizde hissetmek demektir...
Meraklısına not: Biraz sorup soruşturduk, Vıstotski'nin en güzel şarkılarını,
internetten bulup dinlemek isterseniz diye derledik. Youtube'da
bulabilirsiniz.: "Я не люблю", "Песня о друге",
"На братских могилах", "Очевидное и невероятное",
"Кони привередливые", "Здесь вам не равнина",
"Тот, который не стрелял", "Скалолазка",
"Парус", "Чужая колея"
***
SENİ SEVİYORUM
Seni şu anda seviyorum,
Gizli değil - alenen.
Işıltınla yanıyorum, ne "sonra" ne de "önce".
Hıçıkıra hıçkıra, yahut -- güle güle,
Her şekilde -- seni şimdi seviyorum,
Geçmişte - arzulamıyorum, gelecekte - bilmiyorum.
"Seni sevdim" - geçmiş zaman -
Kabirden de hüzünlü,-
İçimdeki tüm değer verdiğim şeyler kanatlarımı kırıyor, ayaklarımı
bağlıyor,
Şairlerin şairi dese de:
"Ben sizi sevdim: bu sevgi belki de..."*
Bu bırakılmışlık ve solgunluk ifadesi -
Burada bir pişmanlık da var, bir hoşgörü de,
Tahtı alaşağı edilmiş hükümdar gibi.
Burada gitmiş olana bir acındırma
Hevesi var, hevesin tükendiği noktada,
"Seni seviyorum" ifadesine ise bir güvensizlik.
Seni şimdi seviyorum
Ölçüsüz, kayıpsız,
Bir asır benim için şu an -
Damarlarımı kesmiyorum!
Zamanın içinde, devamında, şimdi
Geçmişte nefes almıyorum ve geleceği sayıklamıyorum.
Adım adım, kulaç kulaç
Sana doğru, kelle koltukta!-
Ayaklarımda zincirler ve kat kat ağırlıklarla.
Sen yeter ki kazara zorlama beni,
"Seni seviyorum"dan sonra "seveceğim"i eklememe.
"Seveceğim"de bir burukluk var, tuhaf da olsa,
Uyduruk bir imza, bir kurt yeniği
Geri adım için bir önalış, ihtiyat tedbiri,
Renksiz bir zehir bardağın dibinde.
Okkalı bir tokat gibi yüze -
Sorun seni şimdi sevmemde.
Bir Fransız düşü görüyorum,
Zaman kaygısından uzak,
Geleceğin - öyle olmadığı, geçmişin - başka türlü olduğu.
Çivilenmişim bir rezil direğe,
Dil engeline takılmışım.
Ah, bu dil farklılığı!
Bu durum - yıkım.
Ama ikimiz bir çıkış yolu arar buluruz.
SENİ SEVİYORUM KARMAŞIK ZAMAN DİLİMLERİNDE -
GELECEKTE DE, GEÇMİŞTE DE, ŞİMDİDE DE!..
(Türkçe çeviri: Hüzeyin Avni Dağlı)