Moskova

Moskova

30 Ağustos 2014 Cumartesi

Savaş ve Barış

Savaş ve Barış (Harp ve Sulh) dünyanın en büyük romancılarından Rus yazar Leo Nikolayeviç Tolstoy’un başyapıtlarından biridir. “Klasik” dendiğinde akla gelen ilk kitaplardandır.

Dünya edebiyatının da üç başyapıtından biri olarak kabul edilen Savaş ve Barış, Tolstoy tarafından yedi yılda tamamlanmıştır.

Romanda beş soylu ailenin öyküsüyle birlikte arka planda yazarın yaşadığı dönemdeki Rusların toplumsal hayatı ve Napolyon ordusuyla yapılan mücadele anlatılmaktadır.

Napolyon’un Rusya’yı işgali sırasında geçen Savaş ve Barış, yazılmış en büyük romanlardan biri olarak kabul edilir. Romanın baş kahramanları hayatın anlamını arayan Pierre Bezukhov ve sivri dilli Prens Andrey savaşın acılarıyla yoğrulmuşlar; Nataşa Rostov ise düşüncesiz davranışları nedeniyle mutluluğunu tehlikeye atmıştır. Tolstoy, karakterlerinin değişen kaderlerini takip ederken, insanlığa bakışını hem epik özellikleri olan hem de içten bir hünerle ele alıyor ve muhteşem bir roman ortaya çıkarıyor.

İnsanın var olduğu yerde eksik olmayan aşk, hırs, iyilik, düşmanlık ve entrika... Bir yanda ne için yapıldığı bilinmeyen ve onca insanın ölmesine sebep olan savaşlar; diğer yanda 'barış'ın küçük bir sınıfın daimi kaderi oluşu... Savaşta da barışta da dürüstlüğü ilke edinmiş kahramanlar... 19. yüzyıl başlarında Napolyon orduları ile Rus askerleri arasında yaşanan savaş panoraması altında adeta bir belgesel gibi ilerleyen romanda, yüzlerce farklı karakterin gözüyle Rus toplumsal yaşamı anlatılır. Savaş ve Barış, 'hayatın, zamanın Rusyası’nın, tarihin ve sınıf kavgalarının olağanüstü bir tablosu’dur.

Tolstoy’un bir destan niteliğindeki romanı, yüzlerce farklı karakteri olan, sevgiden nefrete, acıdan mutluluğa, dostluktan düşmanlığa, korkaklıktan cesarete, vatan sevgisinden kişisel çıkarlara kadar pek çok ahlaki ve toplumsal değeri titizlikle işleyen bir eserdir…

Tolstoy, 1. cildin girişinde yer verilen önsözünde Savaş ve Barış’ı yazarken hissettiklerini, yaptığı zorlu çalışmaları ve romanın geçirdiği aşamaları anlatıyor. Bu metinler, özellikle bu dev romana daha yakından, yazarının gözünden bakma fırsatı verdiği için çok önemli.

Tolstoy, bu romanda anlatılan büyük tarihsel olayların yalnızca imparatorların ya da toplumları yönetenlerin iradeleriyle ortaya çıkamayacağını, bu tür gelişmelerin pek çok nedenlerin bir araya gelmesiyle gerçekleştiğini kanıtlamaya girişiyor romanının sonunda.

Bu muhteşem eserin yazarı Tolstoy, 28 Ağustos 1828’de Rusya’nın Tula bölgesinde Yasnaya Polyana köyünde doğdu. Toprak ağası bir kontun oğluydu. Yalnız, ömrünü servetinin sağlayacağı rahatlık içinde geçirmek istemedi. Üniversiteyi bırakarak orduya girdi. Kazaklar arasına karıştı. Hayatı olaylar içinde yaşayarak tatmak istiyordu. Yazı hayatına, 1852’de, yirmi dört yaşında Sovrennik (Çağdaş) adındaki dergide başladı. 7 Kasım 1910’da 82 yaşında arkasında dev eserler bırakarak hayata veda etti.

Yüzbaşının Kızı

Topu topu 38 yıl süren ömrü komploya çok benzeyen bir düelloyla son bulduğunda Aleksandr Puşkin (1799-1837), şiiri kadar roman ve öyküleriyle de (Gogol’la birlikte) 19. yüzyılın öncü Rus klasikleri arasına girmeye hak kazanmıştı.

Puşkin, onu izleyen çağdaşları ve bütün bir dünya edebiyatı üzerinde derin etkiler bırakmıştır.

Yüzbaşının Kızı romanı Puşkin’in başeserlerinden biridir.

Yüzbaşının Kızı, konusu on sekizinci yüzyılın ikinci yarısında Rusya'yı tehdit eden Kazak ve köylü isyanları döneminde geçen tarihsel bir roman. Tarihsel roman "geleneğine" göre kısa sayılabilecek bu metin, edebiyat tarihçilerince gene de Tolstoy'un Savaş ve Barışı'nın öncüsü sayılmaktadır....

Rus edebiyatının büyük ustası Puşkin'in akıcı, süssüz ve berrak diliyle anlattığı 1773 ayaklanması, akıllardan silinmeyecek bir tablo çizer gözler önüne.

Puşkin’in tarihsel roman olarak yazdığı, aynı zamanda, son düzyazı çalışması olan Yüzbaşının Kızı; 18. Yüzyıl Rusyası’nı yansıtır. Katerina’nın hükümdarlığı döneminde, genç Grinev orduda görev yapmaktadır. Ordu sefere çıktığı sırada kar fırtınası vardır ve Grinev paltosunu donmakta olan bir adama verir. Bu hareketi büyük Pugaçov isyanı sırasında ona hiç beklemediği bir şekilde geri döner. Yüzbaşı Miranov’un kızına âşık olan Grinev’in hayatını daha da karmaşık bir hale getirir. Katerina dönemini ve 18. Yüzyıl Rusyası’nı büyük bir gerçeklikle çizen Puşkin, Yüzbaşının Kızı’yla kendisinden sonraki Rus ve dünya edebiyatı üzerinde büyük bir etki yaratmıştır.

Pugaçev'in önderliğindeki isyancıların renkli yaşamlarından sahneler, o güne dek kimsenin cesaret edemediği ölçüde gerçekçi bir biçimde çizilir. Bütün bunların ortasında, tüm engellere karşın kendini korumayı başaran tertemiz bir aşk filizlenir.

Yüzbaşının Kızı her şeyden önce okuyucunun elinden bırakamadan bir solukta okuyup bitireceği, heyecanlı, sürükleyici ve duygusal bir romandır. Yani gerçek bir roman.

Rusya’nın başkenti Moskova'nın adaşları

Kaynak: http://turkish.ruvr.ru/

Biz Moskova deyince hep Rusya'nın başkentinden bahsedildiğini sanırız, halbuki Moskova’nın pek çok adaşı var.

ABD’nde bile...Hindistan, Kanada, Belçika, Hollanda, İskoçya ve Polonya’da da Moskova adını taşıyan yerleşim birimleri var. Rusya Federasyonunun haritasında ülkenin başkentinin yanısıra Moskova adlı üç yerleşim yeri işaretlendirilmiş durumda.

Rusya’nın Kuzey-Doğu kesiminde, işlek bir otoyol yakınında bir Moskova köyü var. Bu köyde topu topu 10 ev var. Sakinlerinin önemli kısmı, emekliler. Sakinler pek çoğu kente göç etmişler. Yaşlı köylülerse bu köyde yaşamaktan hoşnutlar. Köyde hüküm süren sessizlikten ve huzurdan ve doğaya yakınlıktan memnunlar.

Rusya’nın Kuzey-Batısındaki Pskov bölgesinde de bir Moskova kasabası var. Bu kasabada da sakinlerin önemli kısmını emekliler oluşturuyorlar. Onlar geçkin yaşlarına rağmen neşe içinde yaşıyor, birbirlerine konuk gidiyor, tüm bayramları birlikte kutlıyor, hatta evleniyor ve boşanıyorlar. 74 yaşındaki bir arıcı, tüm ömrü boyunca kömür ocağında çalıştığı Ural bölgesinden bu kasabaya gelmiş. Hep tarımla uğraşmayı hayal etmiş, ancak emekliliğe ayrıldıktan sonra bu hayalini gerçekleştirebilmiş. Arıcının komşusu olan 86 yaşındaki kadın hala ata biniyor. Bu kadın dedikodulara aldırış etmeden kendisinden 30 yaş daha genç olan erkek ile evlenmiş.

Rusya’nın başkentine en yakın bulunanıysa, komşu bölgedeki Tverskaya Moskova. Rivayete göre bir zamanlar burası kervan yoluymuş. Tüccarlar bu bölgede doğanın güzelliğine hayran olup, burası Moskova kadar güzel bir yer demişler. O zamandan beri Tver bölgesinde bulunan bu köy, Moskova adını taşıyor. Kentliler için alışılmış dinlenme ve eğlence yerleri kuşkusuz bu köyde yok. Ancak bu, sakinlerin işine geliyor. Ve yazlık ev yaptırmak için küçük bir toprak parçası satın almak isteyen Moskovalılar bu köye geldikleri her defasında köyün sakinleri öfkeleniyorlar. Moskovalıların onları sıkıştıracaklarından, kendi kalabalık, keşmekeş içindeki kendi Moskovalarına benzeteceğinden korkan sakinler, bizim Moskovamız lastikli değil, fazla yer yok, herkese yetmez,diyorlar.

Taşralı Moskovalılar sakin ve basit bir yaşam yaşıyorlar. .Zaten büyük kentler büyük gelecek planları olan gençler için değil mi? Yaşlı insanlar ise doğaya daha yakın olmaya çalışıyorlar.


Moskova'ya ilk defa gelecekseniz "ideal günler" yakın: 6-7 eylül



























Kaynak: http://www.moskovalife.com/

"Hayatımda ilk kez Moskova'yı ziyaret etmek istiyorum. Ne zaman gelmemi önerirsiniz?" Bu soruya gerek dost sohbetlerinde, gerekse okur e-maillerinde sık sık muhatap olduk, oluyoruz. Böylesi durumlar için çoktan seçmeli ve "kullanışlı", upuzun bir cevabımız var:

"Moskova kışında Kızıl Meydan'da bir yılbaşı ve muhteşem havai fişek gösterisi yaşamak isterseniz yeni yılda gelin...

Şehrin 1 Mayıs ve 9 Mayıs çifte bayramı için gelinler gibi süslendiği, uzun tatil sayesinde trafikten ve kuru kalabalıktan kurtulduğu, baharın çiçeklerinin açtığı mayıs başında gelmek ve 1 Mayıs Emek Bayramı kortejinde halkın arasına karışıp şarkılarla, çiçeklerle, coşkuyla yürümek de muhteşem olur...

Daha da güzeli, her yıl 3 Haziran'da Nazım Hikmet'i Novodeviçye'deki anıt mezarının başındaki törende anmak, Moskova'dan 'beyaz geceler'in başkenti St. Petersburg'a da geçip bir taşla iki kuş vurmak isterseniz haziran başında gelin...

Kışı, baharı, yazı ıskaladıysanız yine tükenmez Moskova'nın "güzel zamanları"... En iyisi 7 Kasım'da, sonbaharda kışa meyillendiğimiz o "tarihi günde", yani Ekim Devrimi'nin yıldönümünde, eski tüfek komünistlerin devrim yürüyüşüne isterseniz omuz omuza, isterseniz fotoğraf çekerek tanıklık etmeye gelin... Jülyen takvimi'ne göre 25 Ekim 1917 olan devrimin tarihi, miladi takvime göre 7 Kasım 1917'dir ve her 7 kasım kızıl bayraklarla donanır Moskova...

Ve de elbette eylülün ilk haftasında, bu yıl 6-7 eylülde kutlanacak Şehir Günü için gelin muhakkak... Yüzlerce etkinlikle şehrin her köşesinin şenlik yaşadığı bu iki günde, Moskova'nın keyfini çıkarın.  Havai fişek gösterilerinin görkeminde mest olun... Hazır vize yokken ve de havalar hala soğumamışken..."

27 Ağustos 2014 Çarşamba

‘Doktor Jivago’ ilk kez Rusça aslından Türkçede

Kolaj: rsfmradio.com

Kolaj: rsfmradio.com

Boris Pasternak'ın Nobel ödüllü romanı Doktor Jivago’yu ilk kez Rusça aslından Türkçeye çeviren Okan Üniversitesi Rusça Mütercim-Tercümanlık Anabilim Dalı Başkanı Hülya Arslan, yeni çevirinin orijinal rengini koruduğunu ve tam metin çevirisi olduğunu söyledi.

Rus şair ve yazar Boris Pasternak'ın Nobel ödüllü romanı Doktor Jivago, ilk defa Rusça aslından Türkçeye çevrildi. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan kitap, eserin daha önceki çevirilerinde yer almayan şiirleri de içeriyor. Çeviride, Okan Üniversitesi, Rusça Mütercim-Tercümanlık Anabilim Dalı Başkanı Hülya Arslan’ın imzası var.
Edebiyat araştırmacısı ve çevirmen Hülya Arslan, Doktor Jivago’nun yeni çevirisinin farklarını RS FM’de Süheyla Demir’in sunduğu ‘Radyo Sohbetleri’ programında anlattı. Hülya Arslan, Doktor Jivago’nun yeni çevirisinin ilk kez orijinal dilinden ve de eksiksiz yapıldığını vurguladı.
Hülya Arslan’ın konuk olduğu Radyo Sohbetleri programının tamamı şöyle:
ESER TÜRKÇEDE İLK KEZ ‘ORİJİNAL RENGİNDE’
Süheyla Demir: Doktor Jivago, aslında çok bilindik ve klasikleşmiş bir roman. Ancak Türkiyeli okurlar sizin Rusça aslından yaptığınız çeviri öncesinde, “çeviriden çeviri” okuyordu. Sizin çalışmanızda ne gibi farklar var?
Hülya Arslan: Önceki çevirilere de teşekkür etmek lazım. En azından bu kadar önemli bir edebiyat eserini zamanında bizim okurumuzla buluşturmuşlar. Ama bir noktanın da altını çizmek lazım; yapılmış olan çeviriler tam metinler değil. Bunun nedenini tam anlayamıyorum açıkçası, çünkü çevirilerde hangi eser ya da baskıdan çevrildiği bilgisi yoktu. Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkan çeviri ise 1957’de İtalya’da basılan metnin birebiri. İki güzelliği var bunun; birincisi Rusçadan, orijinal dilinden çevrilmiş olması. Bu, çevirideki anlam kayıplarına engel olan bir durum. İkincisi de tam metin, yani birtakım kısaltmalar yok. Bu kısaltmalar, zamanında sansürden kaynaklanmış olabilir ya da çeviride zorluktan dolayı gözardı edilmiş olabilir. Bir de kitabın orijinalinde 17. bölüm, 25 şiirden oluşmakta. Şiirleri de romanın başkahramanı Doktor Jivago yazıyor. Daha önceki çevirilerde bu şiirlerden oluşan bölüm de yoktu. Yani bu tam anlamıyla hem orijinal dilinden, “orijinal renginde” hem de tam metin bir çeviri oldu.
-Doktor Jivago, aslında bir şair olan Pasternak'ın ilk ve tek romanı. Pasternak'ın şairliği, esere yansıyor mu? Çeviri sırasında, Pasternak'ın stili bakımından sizi zorlayan noktalar oldu mu?
Şairin roman yazması biraz zorlu bir şey. Şiirde alt katmanlar, metaforlar çok fazla. Eserde aynı şeyi görüyoruz, düz yazı olsa da çok fazla metaforlar ve göndermeler var. Beni zorlayan biraz felsefi kısımları ve İncil’den alıntılar oldu. Bir de Pasternak aslında Ortodoks Kilise’nin kabul ettiği Yahudi bir aileden geliyor. Yahudi kültürü de var ve Yahudi sorununa da göndermeler yapıyor. O göndermeler ve bizim Türk insanı olarak biraz uzak olduğumuz, bilmediğimiz tarih ve efsanevi kısımlar zorlayıcıydı. Ama günümüzde teknolojinin imkanıyla bunlar çözülüyor. Moskova’da sadece Pasternak’ın sanatıyla ilgilenen ciddi bir ekip var. Tıkandığım yerde onların da yardımıyla sanıyorum iyi bir sonuca ulaştık.
PASTERNAK’TA TOLSTOY VE DOSTOYEVSKİ İZLERİ…
-Pasternak’ta Dostoyevsky, Tolstoy gibi klasik Rus yazarlarının izlerini görmek mümkün mü?
Kesinlikle, eserin en başından en sonuna kadar var. Zaten kendisi kitabı yazmak için oturduğunda “Ben hayatımın eserini yazacağım” diye oturuyor ve dostlarına mektuplar yazıyor; “Ünlü Rus şair Aleksandr Blok’tan başlayarak günümüze kadar getireceğim, onlardan aldığım esinlerimi göstereceğim” diyor. Zaman zaman zaten Tolstoy’a göndermeler yapıyor, Tolstoy’dan felsefi açıdan nasıl ayrıldığını anlatıyor. Ama Dostoyevski’nin izlerini görmek hemen her adımda mümkün. Dostoyevski’nin ahlak anlayışını, ahlak sorgulamasını –Tolstoy ile orada biraz ayrılıyor- ya da ezilen, bir meta olarak görülen kadının çektiklerini çok net bir şekilde görüyoruz. Doktor Jivago’daki Lara ile Suç ve Ceza’daki Sonya arasında çok fazla paralellik bulmak mümkün.
-Pasternak’ın romanı çok uzun bir döneme yayılıyor ve aslında kahraman zenginliğiyle de dikkat çekiyor. Bu anlamda eser Rusya’dan insan manzaraları sunan bir eser, hatta “galeri” olarak da yorumlanabilir sanırım, bu fikre katılıyor musunuz?
Çok doğru bir tespit yaptınız, kesinlikle öyle. Ama okuyucunun o insan galerisine, tiplemelere biraz alışılmışın dışında bir pencereden bakması lazım. Çünkü Doktor Jivago’da Pasternak, özellikle Sovyet döneminde kaybolan ya da kendini kaybettiren entelektüel sınıfla, entelektüel zihinlerle bir hesaplaşma içinde. Onun kaybını anlatıyor. Sovyet insanının, Sovyet edebiyatının “ayıp” olarak gördüğü ya da görmezlikten geldiği o kesimin mücadelesini anlatıyor. Özellikle Yura’da böyle bir tipleme var. Yani eseri kaynak olarak da, sosyolojik açıdan da okumak mümkün. O açıdan çok zengin bir galeri gerçekten.
AŞK KİTABI OLMANIN ÖTESİNDE
-Doktor Jivago, 20. yüzyıla damgasını vuran Sovyet Devrimini, tutkulu bir aşk hikayesi fonunda okuyabileceğimiz bir eser. Yani tarih açısından da çok önemli bir noktada duruyor.
Burada ben biraz eserin rakibi olarak daha önce çekilmiş filmi görüyorum. Çünkü Türk sanatseverlerin gözünde, Doktor Jivago denince akla hemen bir aşk hikayesi geliyor. Evet fonda aşk var ama onun etrafında o kadar çok olay var ki… Yani kitabı bir aşk kitabı olarak da okumak mümkün ama sadece aşk kitabı diye okunursa belki biraz hayal kırıklığı yaratabilir. Çünkü filme göre kitapta zaman zaman aşkın biraz daha geride kaldığı de yerler var.
NOBEL ÖDÜLÜNDE CIA PARMAĞI İDDİALARI
-Romanın kendi öyküsü de çok ilginç… Sovyet karşıtı olduğu gerekçesiyle Sovyetler Birliği’nde 1985 yılına kadar yasaklı kalmış. 1957'de ilk kez İtalya'da basılmış. 1958 yılında ise Nobel Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüş. Kitabın Nobel kazanmasına CIA’in parmağı olduğu yönünde iddialar bile var… Romanın öyküsünü sizden dinleyelim mi?
Pasternak romanı yazmaya ilk oturduğu zaman, on bölümden oluşan çok çabuk bir kitap yazacağını düşünür ama romanı yazma süreci, 10 yıl gibi bir döneme yaylıyor. Bittiği zaman eserin bir dergide yayınlanması ve Yazarlar Birliği’nin onayını alması lazım. Bu, iktidarın onayını alması anlamına geliyor. Tabii ki eser içeriği açısından bu onayı alamıyor. Bu bir yazar için kırıcı bir şey ama bence Pasternak yazarken de bunun farkında ama taviz vermek istemiyor. Bizim de alıştığımızın dışında muhalif dilde yazıyor. Onun için ben açıkçası Nobel ödülü almasında CIA parmağı olması etrafında dönen polemiği pek anlamıyorum. Çünkü başka türlü nasıl olabilir ki? Olaya şöyle bakmak lazım, İki kutuplu bir dünya döneminin doğruları üzerinden değerlendirirsek edebiyat, Sovyetler Birliği yönetimi açısından halkı eğitmek için bir araç, CIA için ise edebiyat hep sevilen bir şey çünkü onlar da kitapları silah olarak görüyorlar. Soğuk Savaş döneminde özellikle Sovyetler Birliği’nden çıkmış edebiyat eserlerini Sovyetler Birliği’ne karşı çok önemli bir araç olarak kullanıyorlar. Bunda şaşılacak ne var onu da anlamakta çok zorluk çekiyorum. Elbette ki dışarıdan birileri yardım ediyor, bu roman dışarıya kaçırılıyor. CIA için bulunmayacak bir fırsat… Çünkü ısmarlanmış bir eser değil, içeriden içten gelerek yazılmış. Şimdi şimdi ortaya çıkıyor, CIA arşivinde yaklaşık 130 tane belge Doktor Jivago eserinin üzerinde dönüyor. Ben açıkçası bunu normal değerlendiriyorum.​
Tamamını oku: http://www.rsfmradio.com/2014_08_26/Doktor-Jivago-ilk-kez-Russa-aslindan-Turkcede/

19 Ağustos 2014 Salı

Gezdikçe merak edilen ülke: Rusya…

Gezdikçe merak edilen ülke: Rusya…

Rusya’yı bir uçtan diğer uca gezerek izlenimlerini “Kaliningrad'tan Kamçatka'ya Rusya" adlı kitapta bir araya getiren gezgin Timur Özkan, Rusya’nın gezdikçe merak duygusunu artıran bir ülke olduğunu söylüyor.

Rusya’yı dolaşmak isteyenlerin ilgisini çekecek yeni bir gezi kitabı yayınlandı. Rusya’da mimarlık yaptığı dönem boyunca ülkeyi bir uçtan diğer uca gezme fırsatı bulan gezi yazarı Timur Özkan, “Kaliningrad'tan Kamçatka'ya Rusya" adlı kitabında izlenimlerini bir araya getirdi.

Alter Yayınları'ndan çıkan 240 sayfalık kitap, dünyanın en çok merak edilen ve en engin coğrafyalarından Rusya’nın bilinmeyen birçok yönüne ışık tutuyor. Kitapta, Moskova ve St. Petersburg gibi Rusya’nın popüler kentlerinin yanı sıra, Lenin’in memleketi Ulyanovsk, Sibirya’nın Paris’i İrkutsk, yanardağlar diyarı Kamçatka, Rusya’nın Antalya’sı Soçi gibi daha pek çok yer hakkında bilgi bulunuyor. Kitapta Rusya kültüründen Türkiye ve Rusya’nın ortak tarihine, Kirill alfabesinden Rusça sözlüğe kadar birçok farklı bölüme de yer veren Timur Özkan, çalışmasını bir gezi kitabının ötesine taşıyor.
 Timur Özkan, “Kaliningrad'tan Kamçatka'ya Rusya” adlı kitabını ve Rusya izlenimlerini, RS FM’de Süheyla Demir’in sunduğu “Radyo Sohbetleri” programında anlattı.
“MERAKIM RUSYA’YI GÖRDÜKÇE ARTTI”
 “Dünyada birçok yeri gezdim fakat Rusya’nın bendeki yeri ayrı” diyerek söze başlayan gezgin, Rusya’nın kendisinde merak duygusunu sürekli artıran bir ülke olduğunu söyledi: “Gitmeden önce hep merak ettiğim bir yerdi. Şimdi ise gittikçe merakım azalacağına çoğaldı. Çünkü her gittiğim yer ‘Burayı da görmem gerekirdi’ diye başka bir yerin kapısını araladı. Rusya’nın galiba benim için en önemli özelliği bu: Hep merak ediyordum ve hep merak etmeye devam edeceğim.”
“RUSYA’YI HALA YETERİNCE TANIMIYORUZ”
 Gezgin Timur Özkan, Rusya ve Türkiye’nin vizesiz rejime geçmiş olmasına karşın iki ülke arasındaki turist akışının birbirinden çok farklı olmasından rahatsız. Her yıl Rusya’dan Türkiye’ye 4 milyon civarında turist gelirken, Rusya’ya giden Türk turist sayısının 400 bin olduğuna dikkat çeken Özkan, “Rusya’yı hala yeterince tanımadığımızı düşünüyorum. Kitap biraz da bu noktadan yola çıktı. Rusları daha yakından tanıtmayı amaçlıyor. Klasik gezi kitapları gezilecek görülecek yerlerle sınırlıdır. Bense kitapta biraz tarihi kültürel özelliklere de yer vermeye çalıştım.” diyor.
GEZİ TUTKUNLARINA ÖNERİLER
 Timur Özkan’ın Rusya’yı ziyaret edeceklere, önerileri de var: Macera tutkunları için Rusya’nın yanardağ bölgesi Kamçatka, kültür gezginleri için Vladivostok kenti ve Transsibirya yolculuğu, sanatseverler için ise Moskova’daki Bolşoy Tiyatrosu’nu tavsiye ediyor.
“KİRİL ALFABESİ SANILDIĞI KADAR ZOR DEĞİL”
 Rusya’ya gitmek isteyip Rusça bilmeyenlerin en büyük korkusu olan Kiril alfabesi konusunda ise çok rahatlatıcı bir tespiti var Timur Özkan’ın. Gezgin şöyle diyor: “Kiril alfabesi çok zor bulunduğu için Rusça öğrenmenin de çok zor olduğu düşünülür. Oysa Kitapta zor olanın Kiril alfabesi değil; Rusçanın kendisi olduğunu anlatmaya çalıştım. Kiril alfabesi sanıldığı kadar zor değil, bazı harfler bizdekinin aynısı, mühendislerin çok kullandığı matematikten gelen bazı harfler de var. Azıcık bir gayretle Kiril alfabesini öğrenip metroda yol bulan birçok kişi oldu”
Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/news/2014_08_19/Gezdikche-merak-edilen-ulke-Rusya/

5 Ağustos 2014 Salı

Peterhof’un fışkiyeleri

Peterhof’un fışkiye çeşmeleri

Peterhof Finlardiya Körfezinin Güney yakasında Sankt Petersburg kentine yakın bir yerdir. 

Dünyanın dört bir yanından milyonlarca turist Peterhof’a Rus imparatorlarının ikametgahı olan muhteşem sarayı ve bahçelerindeki benzersiz fışkiye çeşmeleri görmeye geliyor. Peterhof’un fışkiye çeşmeleri saniyede havaya 30 bin litreden çok su fışkırmakla unutulmaz bir manzarayı oluşturuyor.. 150 büyük ve küçük fışkiye, toplam uzunluğuı 62 kilometre olan kanallar, 50 büyük boru hattı,40 gölcük,35 baraj ve tesviye havuzu l8. Yüzyılın harika mimari anıtı Peterhof’un hidrotekni sistemini oluşturuyor.
Peterhof’un tarihi 300 yıl önce başladı. Rusya imparatoru Büyük Petro 1714-te Finlandiya körfezinin kıyısında yazlık sarayının kurulmasını istedi. Sarayın, bahçeler ve fışkiyelerin yerini belli eden planı bizzak kendisi yaptı. Almanca Petro’nun sarayı anlamına gelen Peterhof’un Avrupa’daki en güzel saraylar ve parklardan geri hiç kalmamasını istiyordu. Peterhof asıl istediği gibi oldu.
Finlandiya körfezinden Peterhof’a güzel bir manzara açılıyor. Barokko stilindeki muhteşem bir yapı olan Büyük saray yüksek tepededir. Sarayın salonları güzel mobilya,el işi goblenlerle, duvar resimleri ve tavan nakışlarıyla herkesi hayretler içinde bırakıyor. Turistler Büyük saraya girmeden önce Peterhof’un harikalarından biri olan Büyük fışkiye çeşmesi yanında kalıp bundan gözlerini ayıramıyor. Altın yaldızlı insan figürleri,balıklar,masallardaki canlılarla su alemi herkesi büyüyor.
Büyük fışkıye ceşmsinin ana bölümünü,aslanın ağzını yıktan Samson’un heykeli oluşturuyor.Antik İsrail’in kahramanı Samson’un kahramanlığı Rusya’nın İsveç’e karşı kazandığı zaferin alegorisidir. Rusya bu zafer sayesinde Baltık denizinin kıyılarındaki mevzilerini güçlendirdi.
Büyük Petro’nun halefleri Peterhof’ta yeni saraylar ve fışkiye çeşmeleri yaptırıyordu. Bunların ötesinde çarların hizmetlileri, köylüler,zanatçıların evleri kuruluyordu. Peterhof giderek büyüyordu ve 18. Yüzyılın ikinci yarısında buna kent statüsü verildi.
1917 devriminden sonra Peterhof’un tarihinde yeni bir sayfa açıldı. Çarlık rejiminin sonu geldi ve yeni iktidar ın kararı gereğince saraylar tarih ve sanat müzeleri oldu, Peterhof’un bahçeleri ve parklarında çocuk alanları meydana getirildi,kütüphaneler açıldı.
İkinci Dünya savaşı sırasında hitlerciler tarafından işgal edilmiş Peterhof’un s anat eserleri yokedildi, fışkiye çeşmelerinin t eknik sistemi tahrip edildi. Bahçelerindeki binlerce ağaç yakıldı. Yıkımlar haline gelmiş saraylar ve değişik tesisleri restore etmek gerekmişti. En iyi restorasyon uzmanları Peterhof’ta çalıştı. Mimari ve doğa anıtlarını eski haline getirme çalışmaları onyılları aldı. Rusya imparatorlarının ikametgahı Büyük Saray restore edilince l990-da ÜNESKO’nun Dünya mirası listesine yazıldı.
Her yıl Mayıs ayının başlarında turistler Peterhof’a fışkiye çeşmelerinin çalışmaya başlamasını görmeye geliyor. Fışkiye çeşmeleri havai fişekler ve orkestra tarafından çalınan kent marşının sesleri eşliğinde çalışmaya başlıyor. Peterhofun fışkiyeleri, alışIlmışın dışındaki bu semfonide partisini icra ediyor.
Tamamını oku: http://turkish.ruvr.ru/2014_08_01/Peterhofun-fiskiye-cesmeleri/