Moskova

Moskova

17 Kasım 2013 Pazar

Erdoğan, Tolstoy ve Anna Karenina

 

Hakan Aksay / T24
Geçen hafta Anna Karenina filmini izlerken Başbakan Tayyip Erdoğan'ı hatırladım. Ne ilgisi var, demeyin hemen.
Anna Karenina, dünyanın en etkili romanlarından biri. Geçen yaz "Bütün zamanların en iyi yazarları ve eserleri" sıralamasında, büyük Rus yazarı Lev Tolstoy ilk sırada yer alıyordu; eserler arasında ise 19. Yüzyıl'ı temsilen Anna Karenina ve 20. Yüzyıl'dan Lolita (bir başka Rus yazar Vladimir Nabokov'un romanı) önde geliyordu. ("The Top Ten: Writers Pick Their Favorite Books", yani "En İyi On: Yazarlar Favori Kitaplarını Seçiyor" anketi.)
Tolstoy'un 1873-1877 yıllarında yazdığı romanın kahramanı olan Anna Karenina, Rus aristokrasisine mensup genç ve güzel bir kadındır. Baron Aleksey Karenin ile sıradan ve sıkıcı bir evlilik sürdürmektedir. Çapkın subay Aleksey Vronski'ye aşık olur. Aşkını her şeyin üzerinde tutarak evliliğinden vazgeçer, toplumsal kurallara karşı çıkar. İçinde türlü sahtekârlıkları barındıran toplum Anna'yı kınar ve dışlar. Yaşadığı acılar ve hayal kırıklıkları, sonunda genç kadını intihara götürür.
*    *   *
Kitabı uzun yıllar önce okumuştum. Kitap temelinde çekilen aynı adlı birkaç filmi de izlemiştim. Bir yıl kadar önce piyasaya çıkan İngiliz yapımı filmi ise (yönetmeni Joe Wright, başrolde Keira Knightley) geçen haftaya kadar görme fırsatım olmamıştı.
Geçen hafta... Malum... Zihinlerimiz, "kızlı-erkekli evler ve yurtlar" ile başlayan tartışmalardan iktidarın özel hayata ve cinsel özgürlüklere yönelik yasaklama sevdasına kadar bir sürü haber ve yorumla bulandı.
Eh, sen misin (ben miyim?) böyle bir ortamda Anna Karenina'yı izleyen... Eserin sanatsal ve edebi değerini algılamak yerine, her sahnede hop oturup hop kalktım!..
Başbakan görse ne der? Bu sahnelerin çoğunu yasaklatmaz mı?
Ne sahnesi, filmin bütününü "İslam ahlakına ve muhafazakâr örflerle adetlere aykırı" bulur! Velhasıl, kitabın kendisini - yasaklatmak ister mi, bilemem ama - "zararlı" bulabilir pekâlâ.
"Bütün zamanların en iyi yazarı ve kitabıymış", ne yapalım yani! Bizim "dindar nesil yetiştirme" amacımıza uymuyorsa, Tolstoy'un falan gözünün yaşına bakmayız!..
*    *   *
Sahi, Başbakanımız Anna Karenina'yı okumuş ve/veya izlemiş midir acaba?
Ee, "dünya lideri" olunca dünya edebiyatından ve sanatından da haberdar olmak gerekir herhalde, değil mi?
Yetişkin genç kızların ve delikanlıların aynı evi paylaşmasına hoşgörü göstermeyeceğini ortaya koyan, hatta yasal sınırları zorlayarak özel hayatlara müdahale edebileceğinin sinyallerini veren Erdoğan, nikahlı eşi Aleksey Karenin ve oğlu Sergey dururken, Anna'nın Aleksey Vronski'yle kaçmasını, bir de ondan çocuk doğurmasını nasıl karşılardı acaba?
Efendim? Erdoğan ve AKP karşıtlığı yapmak için bahane mi arıyorum sizce? Hayır, inanın öyle bir amacım yok. Sadece 11 yıldır ülkeyi yöneten ve son zamanlarda yetkilerini özel hayatlarımızın sınırlarına kadar genişletme eğiliminde olan devlet yöneticilerinin, sanat ve edebiyata karşı tutumlarını merak ediyorum.
Sanat ve edebiyat, bildiğiniz gibi, hayattır. Yani hayatımızdır; duygularımız, hatalarımız, zaaflarımız, hayallerimiz ve özlemlerimizdir.
Bir heykeli "ucube" diyerek kaldırtan iktidar, 50'yi aşkın ülkede gösterimde olan en popüler Türk dizisi Muhteşem Yüzyıl'ı "içinde fazlaca harem ve cinsellik var" diye eleştiren iktidar, dünyanın en seçkin eserlerine karşı nasıl bir tutum alır?
Aşktan ve ilişkilerden hoşgörüyü, özgür seçimi, duygusal gelgitleri çıkarıp her şeyi tektipleştirmek isteyenler hayatımızı nereye taşımak ister?
Bunu merak ediyorum.
*    *   * 
Anna Karenina, sadece bir örnekti. ("20. Yüzyıl'ın en iyi kitabı" olan Lolita'nın neden bahsettiğine ve içindeki sahnelere hiç girmeyelim...)
Onun yerine Gustave Flaubert’in Madame Bovary'sinden veya Halit Ziya Uşaklıgil’in Aşk-ı Memnu'sundan da söz edebilirdik; çünkü Emma ve Bihter'in kaderleri Anna'dan çok da farklı sayılmaz.
Vadideki Zambak (Honore dé Balzac), Huzur (Ahmet Hamdi Tanpınar), Kırmızı ve Siyah (Marie-Henri Beyle Stendhal), Kürk Mantolu Madonna (Sabahattin Ali), Venedik’te Ölüm (Thomas Mann), Aylak Adam (Yusuf Atılgan) veya Doktor Jivago (Boris Pasternak) da örnek olarak ele alınabilirdi.
Ya da Melike İlgün'ün Bir Başvekil Sevdim isimli kitabının da gözler önüne serdiği hayatıyla Başbakan Adnan Menderes... 
*    *   *
Demem o ki, hayat çok karışık. Sanat ve edebiyat, bu karmaşayı göstermeyi başardığı ölçüde içimize işliyor.
Nice akıllı, ahlaklı, deneyimli insan bile hayatın karmaşık yollarında kaybolabiliyor. Sonra bazıları bir yol buluyor. Doğru olan yolu mu, yanlış olanı mı? Kim bilir... Doğrular ve yanlışlar o kadar çeşitli ve o kadar renkli ki...
İnsanın kendisinin yönetmekte zorlandığı özel hayatını, onun yerine dışardan birilerinin, hele hele siyasal, ideolojik, dinsel misyonlarla davranan ve "toplum mühendisliğine soyunan" güçlerin düzenlemeye çalışması olacak şey değil.
Elbette Anna Karenina, Aleksey Vronski'yi reddedebilir, aşksız ve tektüze hayatına devam etmeyi seçebilirdi. Hatta manastıra da kapanabilirdi. Ama o zaman o, Lev Tolstoy'un Anna Karenina'sı olmazdı.
Oysa bugün yazarın da, eserinin de, "özel hayatları yönetmek isteyen" her türlü siyasi liderden ve partiden daha etkili ve daha uzun ömürlü olduğunu biliyoruz.

16 Kasım 2013 Cumartesi

Moskova'nın başbelası: Probki

Türkrus.Com yazarı  M. Hakkı Yazıcı'nın kaleminden: 

Serkan, “Arabayla gideriz,” deyince kanım dondu. 

Aylardan beri peşinde olduğumuz bir Rus firmasıyla iş görüşmemiz vardı. Sonunda bizimle görüşmeyi kabul etmişlerdi. Peşinden büyükçe bir sipariş gelebilirdi. Peki ya zamanında gidemez, gecikirsek!?.. Bir çuval inciri berbat edebilirdik. 

Yalvaran gözlerle baktığımı görüp:

“Peki müdürüm, o zaman ayrı ayrı gidelim. Ben arabayla giderim, sen metroyla gelirsin; metro çıkışında buluşup, müşteriye öyle gideriz,” dedi.

Çaresiz, “Tamam,” dedim. 

Yapacak bir şey yoktu; buna da razıydım. En azından o yetişemezse bile ben görüşmeye yalnız giderdim, sonradan gelirse toplantıya katılırdı.

“Tom Tom’un en son raporunda da Moskova’nın yine Avrupa’nın en fazla trafik sorunu olan şehri olduğunun açıklanmasına rağmen sen hala bu önemli iş toplantısına arabayla gidelim diyorsun, d’il mi? Pes yani!” diye isyanımı belli ettim.

“Kim abi bu, Tom Tom?” 

Anlattım: Tom Tom, bizim çok bilen arkadaşlarımızdan birinin lakabı falan değildi. Dünyanın en büyük navigasyon şirketlerinden biriydi.  

Tom Tom'un yaptığı araştırmalara göre Moskova, Avrupa'da trafik sıkışıklığında  liderliği kaptırmıyordu. İstanbul bile Moskova'dan sonra ikinci sırada bulunuyordu. 

Bu da bizim gibi trafik çilekeşi İstanbul’lulara ancak bir teselli ikramiyesi olabilir.

Sadece Tom Tom olsa neyse, IBM şirketi uzmanları tarafından gerçekleştirilen araştırma sonucuna göre de Moskova trafikte en fazla vakit harcanan yer dalında birinci olurken, en kötü trafiğin olduğu yirmi şehir sıralamasında ise dördüncü sırada yer alıyor. Moskova’nın önünde Yeni Delhi, Sao Paulo ve Milano var. 

İlginç,.. sevinelim mi? İstanbul bu listede yer almıyor.

Kader işte; senelerce İstanbul’da yaşayıp, çalıştıktan, trafik çilesini çektikten sonra kalk gel daha beter trafiği olan Moskova’da yaşayıp, çalışmaya başla…. 

Moskova’yı bilmeyen bir İstanbulluya Moskova’da trafik sorununun İstanbul’unkine bile rahmet okutacak derecede kötü olduğuna inandırmak çok zor.

Bu raporlar ortadayken önemli bir iş toplantısına arabayla gitme teklifi beni adeta çıldırtmıştı.

Serkan, “Boşver tonton abicim, Tom Tom’u falan… Anlaştığımız gibi ben arabayla, sen metroyla, ayrı ayrı gidelim. Metro çıkışında buluşuruz,” dedi.

Bu çocuk, araba aldığından beri neredeyse her yere, hatta tuvalete bile arabayla gider olmuştu. 

Genç çocuk tabii, hevesini alsın…

Bense garanticiyim. Arabayla bir yere gitmeden önce internetten, Yandex’ten trafik durumuna bakmadan asla dışarı çıkmam. Eğer durum kötüyse mutlaka metroyu tercih ederim.  Metroyla nereye ne zaman gideceğinizi hesaplamak çok kolay; kesinlikle hiç şaşmaz.

***
Moskova’nın bu trafik sorununu anlamak da, çözmek de her babayiğidin yapabileceği bir şey değil. 

Hem de dünyanın en eski, büyük ve önemli metro ağlarından birine sahip bu koca şehirde ulaşımın önemli bir kısmının metro ulaşımıyla yapılıyor olmasına rağmen…

Aslında Moskova’nın trafik sorunu yeni değil. Günlük hayata yerleşmiş. Rusça probki (Пробки ) sözcüğünün sözlükteki karşılığı şişe mantarı, ancak “trafik sıkışıklığı” anlamında da kullanılıyor.

Nüfusu on beş milyona yaklaşan Moskova’daki araç sayısı dört milyonu geçiyor. Bunun tercümesi şöyle; her dört kişiden birinin aracı var.

Benzin ucuz, araç fiyatları da uygun olunca trafiğe çıkan araç sayısı her geçen gün artıyor. Serkan alınmasın, ama bilen bilmeyen üç kuruş parayı denkleştirince altına bir araba çekiyor. Moskova’da her cinsten, her kaliteden ve yaştan araba var; en ucuzunu da, en pahalısını da yollarda görmek mümkün. Böyle olunca trafik sorunu da çözülmek yerine daha işinden çıkılmaz bir hal alıyor. 

Yollar ve trafik akış düzenlemesi de hatalı olunca iş çığırından çıkıyor. Yeni çareler üretmek için her yerde yol inşaatları var. 

Haliyle şimdilik bunlar da trafiği olumsuz etkiliyor.

Rusya’da araba kullananların şikayetlenip hep kullandığı çok bildik bir deyiş var:

“В России две беды – дураки и дороги”(Rusya’nın iki önemli sorunu var-yollar ve aptallar).

Rusça telaffuzu kafiyeli de olan bu deyişin trafik çilekeşlerinin duygularını ifade ettiği aşikar.

Allahtan Metro var. Rus orta direğinin önemli kısmı bu ulaşım aracını tercih ediyor. Şaka yollu “Halk yeraltına inmiş, mafya yer üstünde,” deniliyor.

Moskova’lılar tevekkülle yakında pek çok şeyin düzeleceğini umuyorlar.

***
Toplantı günü Serkan kapıdan çıkmadan önce “Seninle takım elbisesine iddiaya girelim,” dedi. “Ben senden önce gideceğim.”

Kendimden emin hemen kabul ettim.

Birkaç sene önce iki gazeteci benzer bir deney yapmışlardı. Moskova’nın bir ucundan bir diğer ucuna metroyla ve araçla gitmenin ne kadar sürdüğünü denemişlerdi. İki gazeteci aynı yerden aynı hedef yerine ulaşmak için hareket etmişti. Bunlardan biri yolu metroyla, diğeri ise arabayla katetmişti. Araba belirlenen yere beş saat iki dakikada varabilmişken, Metro ile gidense varılacak yere sadece bir saat beş dakikada ulaşmıştı.

Ne büyük fark değil mi?

Aynı şeyin bizim bu olayda da kanıtlanacağından hiç kuşkum yoktu.

***
Metroyla ulaşım garanti, ancak sabah kalabalığında boğuşmadan vagonlara binmek, yer bulmak zor. 

Ben de herkes gibi ittire kaktıra kendime yer açtım.
Sadece içeri girmekle kalmayıp şansıma oturacak bir yer bile buldum.

Ancak mutluluğum uzun sürmedi.  Tepeme süslü püslü orta yaşlı bir bayan dikilince keyfim kaçtı. Gözlerini bana dikip, bakmaya başlamıştı bile. 

Birden anlatılan bir hikayeyi hatırladım.  

Hikaye şöyle:  
Metro’nun en yoğun olduğu sabahın erken saatlerinde bir kadın kendisini zor bela Metro vagonunun içine atıyor. Ümidi de birisinin kalkıp kendisine yer vermesi. Gözüne kestirdiği bir adamın önüne dikilip bekliyor. İki istasyon geçiyorlar, adamın oralı olduğu yok. En sonunda dayanamayıp adama çıkışıyor.
“Ayıp değil mi size, ayaktaki bir leydiye yer vermiyorsunuz?” diyor.
Adam, aldık başımıza belaya der gibi, sıkıntılı bir surat ifadesiyle kafasını kaldırıyor, kadına bakıyor:
“Kusura bakmayın, ama siz bir leydi olamazsınız,”diyor. “Leydiler bu saatte evlerinde uyuyor olurlar ve Metro’yu da kullanmazlar.” 

Yer vermezsem olmazdı. Kadın, bana bir şeyler söylese bu hikayedekine benzer bir cevap verebilirdim, ama çıkabilecek muhtemel bir skandalı göze almak istemiyordum.

Kalkıp, yer verdim. Kadın, süzülerek gülümsedi, teşekkür edip, oturdu.

***
Dünyanın en eski, en güzel metrolarından biri Moskova Metrosu…Tarihi dokusu ve sanat içerikli yapısıyla Moskova’da turistlerin en fazla ilgisini çeken yerlerden biri aynı zamanda. 

Metronun yapımı,  Josef Stalin tarafından 1931'de başlatılmış. O zamanlar, Komünist Partili işçiler ve Konsomol üyesi gençler tarafından inşaat sürdürülmüş...

1935 yılında Sokolniki-Park Kulturi istasyonları arasında ilk hattı faaliyete giren Moskova Metrosu, bugün toplam uzunluğu 313 kilometreyi bulan 12 hat ve 187 istasyonuyla Moskova’nın “hayat damarı” haline gelmiş durumda.

İlk seferini 15 Mayıs 1935’ da sabah saat 07.00'de yapmış. O zaman 13 olan istasyon sayısı bugün 187'ye kadar yükseldi.

Benim bildiğim bu kadar, ancak bu yazıyı yazarken yeni istasyonlar bile eklenmiş olabilir. Zira durmadan genişleme çalışmaları yapılıyor.

Uluslararası Metrolar Birliği’nin açıkladığı verilere göre, kilometre başına 8,5 milyon yolcuyla Moskova Metrosu dünyada São Paulo (Brezilya) Metrosu'ndan sonra en çok yolcu taşıyan ikinci büyük metro.

Önceden planladığım gibi Kahverengi ring hattından aktarma yaptım.

Bu kahverengi ring hattıyla ilgili olan komik bir şehir efsanesini inanmasam da seviyorum ve bilmeyenlere sürekli anlatıyorum.

Güya Metro’nun projesinin sunulduğu toplantıda Stalin, elindeki kahve kupasını masanın üzerine yayılı planın üstüne koymuş, kupanın altına sızmış kahve projenin üzerinde kahverengi yuvarlak bir iz, bir leke bırakmış. Toplantıdaki hiçbir mühendis korkudan soramadığı için de proje o şekliyle gerçekleştirilmiş. Bütün diğer Metro hatlarını birleştiren bir köprü görevini gören kahverengi renkli yuvarlak Koltsevaya (Кольцевая) Hattının hikayesi böyle... İnandırıcı değil, ama matrak bir hikaye.

Her Metro istasyonunun ayrı bir hikayesi var.  

Mesela Ploşad Revolyutsiy Metro İstasyonu’nda Matvei Manizer’in eseri olan bronz köpekli Bolşevik askeri heykelinin mistik bir güce sahip olduğuna inanılıyor. Yolu bu metro istasyonundan geçen Ruslar kurt köpeğinin burnunu şevkatle okşamadan geçmiyorlar. 

Her nedense Ruslar geçerken mutlaka kurt köpeğinin burnunu ve bazen kalçasını okşuyorlar. Daha çok da kadınlar yapıyor bunu... Büyük bir sevgiyle yaklaşıp, köpeğin burnunu avuçluyorlar. Metronun yoğun olduğu sabah saatlerinde köpeğin önünde neredeyse sıra oluşuyor.

Tanıdığım bütün Ruslara sebebini sordum; bir bilene rastlayamadım. İgor’a göre bu, yeni türetilmiş saçma sapan bir şey; eskiden yokmuş böyle bir şeyler. Hikayesi olmayan bir gelenek oluşmuş. Belli ki bunu bir uğur sayıyorlar. Bitemeyen kriz günlerinde yoksullaşan Rusların böyle bir avuntuya gerçekten ihtiyaçları var belki de.

Belki ayıplayacaksınız, ama laf aramızda, inanmadığım halde, rahatlattığı için ben de yapıyorum bunu.

Hem de yolumu değiştirip, bir yuvarlak çizip heykellerdeki köpeklerin dördünün birden burnunu okşuyorum.

***
Metro içindeki seyahatim tam hesapladığım gibi, neredeyse dakikası dakikasına sona erdi.

Muzaffer bir edayla dışarı çıktım. 

Bari Serkan çok geç kalmasa. Hava soğuk, pek dışarıda beklenecek gibi değil, diye düşünürken Serkan’ı karşımda buluverdim.

Olamazdı…

Bu mucizeyi nasıl gerçekleştirmişti? 

Çok olağanüstü bir şey olmalıydı. Mesela o gün hiç kimsenin trafiğe çıkmamış olması falan gibi bir şey...

Serkan, zevkten dört köşe:
“Sözümüzü unutmadık d’il mi? Takım elbisemi hemen isterim haaa,” dedi.

Sus pus olmuştum. 

Birlikte Serkan’ın arabasını park ettiği yere doğru yürüdük.

Kerata iyi de bir park yeri bulmuştu.

Fazla oyalanmadan müşterimizin ofisine doğru yola çıktık.

Ben sessizce otururken, o, radyoda Rusçanın yanısıra bolca Türkçe ve Doğu ülkelerinin şarkılarına yer veren Vastok(восток) FM’i açmış, o sırada çalan Yalın’ın “Kasma” şarkısına keyifle eşlik ediyordu:

“Kuş uçuşu burdan ne tutar oralar
Hani kapasam gözleri karşımda sen vardın.”

Benim iyice mahsunlaşıp, sessizleştiğimi görünce sonunda dayanamadı:

“Yahu müdürüm, kızmazsan sana hikayenin aslını anlatacağım,” dedi.

Anlamadım tabii…

Boş gözlerle baktım.

“Ben sana kötü bir şaka yaptım. Sana hak verdiğim için arabayla değil, ayarlayıp ben de senden önce metroyla geldim. Seni şaşrtmak için de arabayı akşamdan metro istasyonunun yakınına park edip, burada bırakmıştım,” dedi.

Kızdım mı? Yoo, kızmadım. Ama bir süre şokunu atamadım üzerimden.

“Deli herif!.. Delisin sen, işi gücü bırakmış, üşenmeden benimle uğraşıyorsun,” dedim.

Serkan, biraz deliceydi, ama iyi bir satış elemanıydı. Sempatik de denilebilirdi. 

Yok,..yok kesinlikle sempatikti.

“Abi, akıllı olup dünyanın kahrını çekeceğine, deli ol, dünya senin kahrını çeksin,” diye izah ederdi hep yaşam felsefesini.

Böyle diyordu, ama kendisiyle çelişiyordu. 

Moskova’da yaşamanın zorluklarına katlandığına, buradaki iş hayatının kahrını çektiğine göre kesinlikle bu felsefesiyle çelişiyordu. 

Bu arada benim metronun en garantili ulaşım aracı olduğuna dair teorimin çökmemiş olmasından dolayı da rahatlamıştım.

Takım elbise masrafından kurtulmuş olmam da cabası kuşkusuz….


14 Kasım 2013 Perşembe

Yabancılardan Rusya dersleri


Kaynak: TurkRus.com

Ortada ilginç bir tablo var:
Bir yandan Rusya'ya uzaktan bakanların çoğu kafalarında, "bürokrasi ve mafyavari ilişkiler sarmalında, can ve mal güvenliğinden kuşku duyulan korkutucu bir ülke" portresi yaratıyor; diğer yandan Rusya'ya iş yapmak için gelme kararı verenler "sadece birkaç yıllığına" diye niyetlenirken "on yılları" deviriyor...

Dünya Bankası'nın yayınladığı son "İş Yapma" endeksine göre, Rusya bir yılda 20 sıra birden yükseldi ve 112'incilikten  92'inci sıraya kadar yükselmeyi başardı. Bu sıçrayış, Başkan Putin'in geçen yıl "Kısa zamanda ilk 20'ye gireceğiz" diye koyduğu hedefe doğru bir umut kıvılcımı yaktı. Aynı ankette Türkiye 2 basamak yükseldi ve 69'uncu oldu.

En azından Dünya Bankası'nın bu anketi, Rusya'da iş yapmanın Çin'de iş yapmaktan daha kolay olduğunu gösteriyor. Rusya'da iş yapan yabancıların yüzde 70'i "doğru karar verdiklerini" düşünüyor.
Peki Rusya'da uzun süredir iş yapan Batılılar, hangi dersler, sonuçlar çıkarıyor? Rusya'da iş yapmanın püf noktaları denince hangi "tüyoları" veriyor.

Rossiya Gazeta'nın haber analizine göre, yabancıların çoğu Batı'dayken kafalarında yarattıkları "önyargılar"dan Rusya'daki pratiğin içinde zamanla kurtuluyor. Ve "Rusya'da başarılı olmanın kurallarını" şu maddelerde özetliyor:

1. KURAL: Başarı "güven"le gelir

"Ruslar iş hayatında başlangıçta kuşkulu ve mesafeliler. Gardını alarak karşınıza oturuyorlar. Bu Sovyet devrine uzanan bir mentalite. İlk görüşmelerde mesafeli olurlar. Sizin güvenilir bir insan olup olmadığınızı analiz ederler. Rus muhatabının güvenini kazanmak en kritik nokta: Hızla kazanılabilir, bir kere kazanılınca da siz yanlış yapmazsanız bu güven ömür boyu sürer."

2. KURAL:  Güçlü ilişkide "duygusal bağ" faktörü

"Bir kez güven tesis edilince, Ruslar duygularını gizlemezler. Özellikle Batı kültüründen gelen biri bu açıklığı, samimiyeti kavramakta zorlanır.  Birbirinin sırtına şaplak indirmek, etiketleri bir yana koymak, duygusal bağın normalleridir. Ama Ruslar muhatabının Batı kültüründen gelen yapmacık-kibar gülüşünü taklit etmez."

3. KURAL: "Doğrudan" mevzuya girmek

"Ruslar partnerlerine güvendikleri oranda formaliteleri pas geçerler. Batı'da yaygın olan kibar ön konuşmalar anlamsız bulunur. Önce doğrudan işe, mevzuya girilir; havadan sudan muhabbet yapılacaksa ondan sonra yapılır. İş görüşmelerinin, karar toplantılarının iş yerinden ziyade dışarıda, yemekte, saunada, gece mesaisinde yapılması da çoğu kez normaldir. Ama bu gecelerde Ruslarla içki yarışına girilmemesi tavsiye edilir. Çünkü, kaybedilecek bir yarıştır!"

4. KURAL: Özgüven, yaratıcılık ve yönlendirmek

"Bunlar Rusları başkalarından ayıran önemli özelliklerdendir. Rus işadamları  fırsatları kendileri yaratmak için uğraşır. Geçmişe dönüp  iş hayatıyla ilgili örnek alabilecekleri fazla bir şey yoktur. Bunları kendileri yaratmak, kovalamak zorundadır. Rusya'da en düz-kestirme  yol her zaman en iyi yol olmadığı için, zor şartlar içinde yaratıcılık ve akışı yönlendirmek önemlidir. Devlet sanayide hala etkili olduğu için müteşebbis adapte olmalı, ama diğer yandan 'güvenli' görünen devlet opsiyonları dışında yollar aranılmalıdır."

5. KURAL: Her zaman biraz tavsiyeye hazır olmak

"Sovyet" kelimesi Rusçada zaten "konsey" ya da "tavsiye" anlamına gelir. SSCB'de doğmuş Ruslar her zaman birbirlerine tavsiye vermeye hazırdır. Hatta konu kendi uzmanlık alanlarında değilse bile. Bunu çoğu kez ukalalık olsun diye değil, size dost olarak gösterdikleri yakınlığın ve verdikleri değerin ifadesi olarak yaparlar. Yani "tavsiye almaya hazır olun."

Batılıların Rus işadamlarına ve iş hayatına dair diğer "olumlu" bazı tespitleri de şöyle:

Anlaşma yapmak için çabalarlar.
Yaratıcıdırlar.
Bir kere güven tesis edilirse sadıktırlar.
Kişisel ilişki çok önemlidir, sizin hakkınızdaki kişisel her bilgiyi hatırlarlar.
Yüzde 13 vergiye dayalı sistem harikadır.
İstihdam etmeye uygun genç, yaratıcı insan havuzu vardır.
Ülke çok büyük olduğu ve "keşfedilmemiş sınırlar" ülkesi sayıldığı için her şeyin mümkün olduğu" mantığı hakimdir.
Bunlar da  Rusya'ya ve iş hayatına dair bazı "olumsuz" tespitler:
Kış mevsimi "öldürücü" gelebilir.
Yabancıların çalışma ve yasama yasaları hala zorlu bir konu.
Bürokrasi hala baş ağrısı.
Moskova'nın trafiği insanı canından bezdirebilir.


Rusya'da Polis Günü kutlandı

Geçenlerde Rusya'da Polis Günü kutlandı.

Ekteki video o günün hatırına yapılan bir flash-mob gösterisinden.




Kimse yanılıp, Rus polisinin her zaman böyle olduğunu sanmasın, ama düşünün bir kere biber gazı yok, TOMA, Akrep, jop yok,..Hayali bile güzel değil mi?

Moskova metrosuna inen Rus polis korosu, hiç bir şeyden habersiz bekleyen yolcuların arasında ansızın seslendirmeye başladıkları "Görevimiz tehlikeli ve zor" şarkısının görüntüleri internette tıklanma rekoru kırdı.

Her şey Rus polis korosunun seslendirip klipini internete yükledikleri “Get Lucky” şarkısının milyonlarca kişi tarafından izlenmesinden sonra oldu. 10 Kasımda Rusya’da kutlanan Polis Bayramı nedeni ile metroya inen polis korosu ansızın Türkçesi "Görevimiz tehlikeli ve zor" anlamına gelen “Naşa slujba i opasna i trudna” şarkısını seslendirmeye başladı. Bir anda ne ye uğradıklarına şaşıran yolcuların bir kısmı da olayın eğlencesine katılırken, bir çok yolcuda ellerindeki akıllı telefon ve tabletlerle bu tarihi anı görüntülemeye çalıştılar.

Rus polisinin bu ilginç sürprizi herkesi şaşırtırken internete konan klipi ise şimdiden yarım milyon kişi tarafından izlenmiş durumda.

Moskova Metrosunda otuz kere dizinin üzerinde çöküp kalkana bilet bedava

Moskova Metrosunda otuz kere dizinin üzerinde çöküp kalkana bilet bedava. 

Ahh, ahhh, buralara gençken gelmek varmış. Düşünsenize hava bedava, su bedava, yetmez gibi metro bileti de bedava... 





Metro bileti mesele değil, ama ben bunu becerebilsem zeybek oynar, daha fazla mutlu olurdum.

5 Kasım 2013 Salı

Sıradaki devrimi kim yapacak?

Kaan AKOBA
TürkRus.Com 


Şoför ayağını gaz pedalından bir saniyeliğine bile olsa kaldırıp da hız kesmediğinden marşrutka; içindeki yolcularla beraber yayından fırlamış ok gibi rüzgarı yararak yol alıyordu. Başka zamanlarda olsa, sanki içeride balık istifi doldurduğu yolcular yetmiyormuş gibi, bir de güzergahındaki her durağa illaki yanaşıp işi 'Tokyo metrosu' kıvamına getirmeyi adeta zevk edinen 'vaditel', bu kez sol şeridi kapatmış, yol kenarlarında ellerini kollarını umutsuzca sallayıp kendisine işaret edip duranlara aldırmaksızın, F1 pilotu tadında son sürat gidiyordu.   

Özellikle de yaya geçitleri civarında konuşlanmış ve hız yapan araçların plakalarını otomatik olarak kaydettikten sonra araç sahiplerinin adreslerine gönderen sistemin polis kameralarına bile aldırmayan sürücü, başka herhangibir zamanda kendisine ceza kesmeye hazır yol polislerini de, yanlarından yıldırım gibi geçerken müstehzi bakışlarla bıyık altından gülümseyerek kesiyordu.   

''Bakan gelecekti, tüm bu curcuna onun için olsa gerek'' dedi, araçtaki yolculardan biri. ''Ah keşke bu Bakan her gün ben işe giderken geçse'' dedi bir diğeri. İster istemez herkes aynı anda gülüverdi.    

''İnsan iyiye, kolaya hemen alışır'' dedikleri bu olsa gerekti. İçinde bulundukları araç hedefine doğru son sürat giderken, yolun karşı tarafındakiler bir milim bile yol almadan, kimileri araçlarının içinde kimileri de duraklarda dakikalarca bekliyorlarmış kimin umrundaydı?   

Hergün hangi saatte olursa olsun çıldırasıya bunaltan trafiğe alışık olanlar, Bakan ile aynı yöne gitmekten doğan tesadüfi konforlarına çabuk alışmış gibiydiler.   

''Doğrusu güzel şeymiş Bakan olmak. İnsan tam da böyle zamanlarda anlıyor, üst düzey devlet idarecilerinin ne kadar ayrıcalıklı olduğunu. Böyle oradan oraya beş dakikada gidiverirlerse tabii ki de hiçbir zaman halkın halinden anlayıp, trafik sorununu çözümlemek için bir şeyler yapmazlar.''   

Geliş yolu en az yarım saattir trafiğe kapatılmış olmalı ki, insanlar artık kornalarına basmaktan yorulup yağan yağmura bile aldırmaksızın arabalarından inmiş, karşı taraftan hızla akan trafiğe kıskanan gözlerle bakarlarken muhtemelen kendi aralarında da, ''Kim geçecekse bir an önce geçip gitse de bizim yolumuz da açılsa'' diye söyleniyor olmalıydılar.   

''Biz Ruslar, 17'leri severiz. Ne dersiniz, pek zaman da kalmadı aslında, bu kez de 2017 yılında olur mu yine bir devrim? '' dedi, şoförün yanında oturan orta yaşın bir hayli üzerindeki yolcu.    

Herkes önce birbirini kesti, sonra da bir an için sanırım zaman karmaşası yaşandı. Neredeyse tamamı komünist dönemleri görmüş yolcular, kısa bir süre, hangi yılda olduklarını hatırlamaya çalıştılar.    

''Her şey bu kadar aleni konuşuluyor ve kimsenin de kimseden bir korkusu yoksa...''    

İçlerinden kimileri ''Karşı devrim olmuştu'', kimileri de ''Demokrasi gelmişti'' diye geçirmiş olmalılar ki, her iki durumda da geçmişe göre daha rahat konuşabileceklerine karar verip, kaldıkları yerden devam ettiler.   

''Kim yapacak devrimi?'' dedi, hemen yanımdaki. ''Eskiden köylü vardı. Toprağı olmadığı için çara isyan ediyordu. Komünizm, toprak vereceğiz deyince aldı köylüleri yanına. Sonra sanayileşme ile emeğini pazara çıkartan işçi. Onlara da 'eşit işe eşit ücret' denilince, hepsi birden yeni yönetimden yana oldular. Ordudaki idealist subaylar, yazarlar, vatansever gençler, aydınlar derken bir devrim için her şey uygundu. Durum böyle olunca da bir iki deneme ile siyasi rejim baştan ayağa değişiverdi.   

Peki ya şimdi?  Yani mutlaka bir devrim yapılmak isteniyorsa, her şeyi ithal ettiğimiz gibi bu gidişle Çinliler ile Türk tekstil ve tarım işçilerini de buraya getirip, kendilerine devrim yaptırmamız gerekecek gibi görünüyor.     

Bugün memlekette ne üretiyoruz ki? Her şeyimiz ya Çin'den ya da Türkiye'den geliyor. İşçi desen, büyük şehirlerdeki büyük işyerleri ve konutları yabancılar yapıyor, üstelik bir çoğu da kendi işçilerini getiriyorlar. Otomobil fabrikaları bile yabancılara geçti. Yani anlayacağın şimdilerde eskisi gibi ne köylü kaldı ne de işçi.    

O halde devrimi kiminle yapacaksın? Öğrenciler para ile diploma almanın tadını çıkarttıklarından onun da hükmü kalmadı, zaten mezun olsan bile doğru düzgün çalışacak iş de yok.    

Öğretmenlik, doktorluk artık ancak mazoşistlerin tercih edeceği meslekler haline geldi. Hem o kadar az paraya onca kahır çekilir mi?    

Gençler bir şeyler yapacak diye bekliyorsanız da sorarım sizlere, çocuklarımız Vkontakte ile haberleşmek ve cafe'lerde buluşmaktan, diskolarda yabancı sigaralar içmekten başka bir şey yapıyorlar mı?   

İlk başlarda inmek isteyenler, ''Durakta inecek var'' dedikçe, şoför ''Nereye iniyorsun, görmüyor musun adamlar ellerindeki çubukları nasıl da sallıyorlar?'' diyerek trafik polislerinin, arkadan gelmekte olan Bakanın yolunu açabilmek için kendilerini parçalayışlarına dikkati çekmeye çalışırken, kimsenin kendi derdinden başka bir şeyi umursamadığını görünce, o da artık yolculara cevap bile vermeden yola devam ediyordu.   

Bakan'ın hedefi, Çuvaşistan Cumhurbaşkanlığı Konutu da olsa Meclis de olsa farkeden bir şey yoktu, her ikisi de şehir merkezinde yer aldığından aynı güzergahtaki marşrutkanın daha bir süre durmadan yoluna devam etmesi gerekiyordu.    

Normalde kendilerini durdurmak için fırsat kollayan polislerin, bu kez hız yapmaya zorlamalarının verdiği çelişik durumdan kolayca sıyrılan sürücü de, bir süre geçtikten sonra duruma alışmış gibi görünüp, hatta yasak olmasına rağmen camını hafiften aralamış usul usul sigarasını bile tüttürürken, yol boyunca her adım başında dikilmiş polislerin güzergahından 'Prospekt Mira'ya sapıp hızını azaltmanın da verdiği rahatlamayla muhabbete son noktayı koyuyordu;    

''Bir sonraki devrimin muhtemel lideri, demin şu yol boyunca duraklarda yağmurun altında bekleşen yolcular ile, tıkanmış trafikte araçlarının içindeki sürücülerin içinden çıkacaktır. Bir toplumda kimin ayağına basılıyor ve canı yanıyorsa, devrimin sürükleyicisi de o olur. ''   

''Haklı'' dedim, kendi kendime mırıldanarak. Sürekli zam gelen doğal gaz ve elektrik faturalarını bile ödeyemeyen, evlerine kapanmış eski tüfek yaşlılardan bir devrim beklemek çok safdillik olurdu. Peki ya gençler? Yerlerinden ancak tuvalete gitmek için kalkan, yemeklerini bile bilgisayar ekranının karşısında yiyenler mi, rahatlarını bozup da devrim yapacaklardı? Hani deseniz ki, ''İnterneti yasaklıyorum'' o zaman belki ama, hiç bir iktidar da bu kadar gafil davranmazdı herhalde. Kadınlar, hem çalışıp hem de çocuk büyütmekten zaten başlarını kaldıramaz, orta gelir düzeyindeki erkekler de 'daça-vodka-maşina' eh biraz da 'rabota' sarmalında olunca, (yazlık-vodka-araba biraz da iş) potansiyel devrimin öncülerinin bu kez sınıfsal temele dayanmayacağı, alenen ortaya çıkmıştı.    

İşte bu yüzden, Rusya'da mevcut durumdan memnun çevreler eğer ülkede bir devrim olsun istemiyorlarsa, bence bir an önce trafik sorununu çözmeliler çünkü sıradaki devrimin ayak sesleri her geçen gün daha yakından duyuluyor.   

Yalnız, gücünü sınıf bilincinden değil de, duraklarda ve yollarda bekleyen insanların her an için patlamaya hazır iç sıkıntılarından alan bir devrim ne kadar kalıcı olur, işte orası biraz muallak.



Düğünlerde neden “Gorka!” diye bağırılır? “Tost”un incelikleri


İgor Ryabtsev
Çeviri: Metin UÇAR 
(Kompas dergisi)

Rusya’da “Tost söylemeden sadece alkolikler içer!” derler. 
Kadehler kalkarken gönülden kopan dileklerin söylenmesiyle tost kültürü vücut bulur. 

Rus dostlarınız ile bir akşam bir araya geldiğinizde mutlaka misafirlerin değişik konuların şerefine nasıl kadeh kaldırıp, iki kelam ettiklerini görmüşsünüzdür, duymuşsunuzdur. Bazılarının yaptıkları konuşmalar kısadır, bazıları ise dakikalar sürer. Bu, “şerefe” dile getirilen konuşmalara “tost” denir.

Belki uğruna bir araya gelinen olayla ilgisi hiç olmayan, uzun mu uzun hikayeler bile dinlemiş olabilirsiniz. Sonradan anlarsınız ki tüm bu hikaye aslında dile getirilen bir tost imiş! Üstelik şerefine içilecek bir konunun olmadığı bir anda, sıradan bir barda bile tost duyabilirsiniz.

Ruslar kısa da olsa tost söylemeden kadeh kaldıramaz diye düşünürsünüz.

Tarihçilerin görüşüne göre ‘tost’ adı, İngilizce “bir dilim ekmek” anlamına gelen ‘TOAST’ kelimesinden gelmedir.

Meğerse İngilizler kadehlerindeki şarabı içmeden önce, ellerinin altındaki bir ekmek parçasını kadehe daldırır, şerefe bir kaç söz söylerlermiş!

Bu gelenek Rusya’ya, daha da önemlisi Sovyet coğrafyasına nasıl yerleşmiştir, bilinmez. Ancak modern Rus dilinde ‘tost’ kelimesi, içki masasında bulunan misafirlerin içkisini içmeden önce dile getirdikleri kısa konuşma için kullanılır. Bu gelenek özellikle Kafkasya’nın güneyinde zirveye çıkmıştır. Buradaki tostlar oldukça uzundur ve ders çıkarılacak hikayeleri hatırlatırlar. Tostlar değişik nedenlerle dile getirilir. Ancak en yaygın olanları düğünlerde yeni evlilerin şerefine söylenen, doğum günlerinde, Yeni Yıl’da veya Uluslararası Kadınlar Günü 8 Mart’ta dile getirilen tostlardır. Rus dostlarınız ile bir araya geldiğinizde ‘ofsayt’ta kalmamanız için size bazı tipik tostları öğretmek istedik.

Hadi şerefinize! Na zdorovye! Ya da “za vaşa zdarovye!”

*
Doğum günü

В Сибири говорят;
1000 км - не расстояние,
100 оленей - не стадо,
60 градусов - не мороз,
50 лет - не возраст.

Sibirya’da;
1000 km mesafe,
100 geyik sürü,
60 derece ayaz,
50 yıl yaş değil derler.

*
Один старый мудрый грузин говорил:
- Если хочешь быть счастлив один день - напейся.
- Если хочешь быть счастлив неделю - заболей.
- Если хочешь быть счастлив один месяц - женись!
- Хочешь быть счастливым один год - заведи любовницу.
Если хочешь быть счастливым всю жизнь - будь здоров, дорогой.

Bilge bir Gürcü demiş ki:
- Bir günlüğüne mutlu olmak istiyorsan, kafayı çek.
- Bir haftalığına mutlu olmak istiyorsan, hastalan.
- Bir aylığına mutlu olmak istiyorsan, evlen!
- Bir yıllığına mutlu olmak istiyorsan kendine sevgili bul.
Eğer ki tüm hayatın boyunca mutlu olmak istiyorsan
Sağlıklı ol, gözüm!

*
Лет до двести тебе жить, а нам свидетелями быть!
Sana iki yüz yıl ömür, bize de tanık olmak nasip olsun!

*
Düğün

Живите весело и дружно,
Имейте в жизни все, что нужно!
Горько!

Neşeli ve dostça yaşayın,
Hayatta ne lazımsa sahip olun!
Acı! (Gorka!)

(Çevirenin notu: Tostu söyleyen kişi kadehinden bir yudum alır ve ‘Acı’ (Gorka) diye bağırır. Bu genç evlililerin birbirlerini öpmesi gerektiği anlamına gelir. Ancak genç evlililer birbirini öperse içkinin tadı yerine gelecektir.)

*
Любовь — это не когда смотрят друг на друга, а когда смотрят в одном направлении. Смотрите всегда в одном направлении!

Aşk iki insanın insanın birbirine değil, aynı yönde bakmasıdır. Her zaman aynı yöne bakın!

*
По закону можно иметь только одну жену. Женатые утверждают, что этот закон защищает мужчин, которые не в состоянии защитить себя сами. От женщин.  Так выпьем за то, чтобы наш молодой муж никогда не захотел бы иметь гарем. Но не потому, что боялся не справиться с несколькими женщинами, а потому, что его жена одна стоит целого гарема. За молодых! Горько!

Evliler, kanunen bir eş alabilirsin iddiasındadır, Kanunun kendilerini koruyamayan erkekleri... kadınlardan koruduğunu söylerler. Genç damadın hiç bir zaman haremi olmasını istememesi şerefine içelim. Amma, bir kaç kadının üstesinden gelemeyeceği için değil,  sadece eşinin bir hareme eşdeğer olmasından dolayı. Gençlerin şerefine! Acı!

*
Yeni yıl

Друзья! Предлагаю поблагодарить старый год за светлое наследство, оставленное им, - за минуты радости, любви, успеха и неоценимый опыт для ума и профессионализма.

Dostlar! Eski yıla teşekkür edelim derim bıraktığı aydınlık mirası için, mutluluk, aşk, başarı anları için ve akıl, profesyonelizm için paha biçilmez bir deneyim olduğu için.

*
Мать спрашивает взрослую дочь: - А ты что ждешь от Нового года? - И сама толком не знаю. Чего-то хочется... То ли, семечек, то ли... замуж! Выпьем же за то, чтобы в Новом году у каждого было все, включая и семечки

Annesi yetişkin kızına sorar: - Peki, Yeni Yıl’dan ne bekliyorsun? - Ah bir bilsem. Bir şeyler istiyorum ama... Çekirdek mi desem... kocaya varmak mı desem! Gelin, Yeni Yılda herkesin her şeyi olsun diye içelim, çekirdek de dahil.

*
Желаю, чтобы у всех собравшихся в Новом году, всевозможные неприятности и беды пришлись на один - единственный день - 29 февраля.

Yeni Yıl’ı karşılamak için toplanın herkesin başına gelecek her türlü sorun ve felaket tek bir güne denk gelsin, 29 şubata..

*
Kısa tostlar ayrıca popülerdirler, kısa tost söylemek bir sanat olarak kabul edilir. Böylesi tostları dile getiren kişiler hitap sanatına sahip olduklarını göstermek ve bir iki kelimenin yardımı ile en önemli fikri dile getirmek şansına sahiptirler.

Пусть наши желания сойдут с ума от наших возможностей.
Dileklerimiz imkanlarımızı deli etsin!

*
Водка - наш враг, но кто сказал, что мы боимся врагов.

Vodka düşmanımızdır, ancak kim düşmanlarımızdan korktuğumuzu söyledi ki.

*
Чтоб у нас все было и нам за это ничего (плохого) не было!

Her şeyimiz olsun ama bunun için bizden hiçbir şey çıkmasın!


4 Kasım 2013 Pazartesi

Bir haftalık Sibirya hikayesi: Transsibirya treniyle yolculuk

trans-siberian-rail



Incredible importance of informing clinician of existing or contemplated concomitant therapy, including prescription and OTC drugs, and alcohol consumption, together with any concomitant illnesses cialis prescription without. eptra sulfamethoxazole trimethoprim disease Interactions online tadalafil buy Increase dose by mg increments no longer often than weekly her essays.
İGOR RYABTSEV 
Çeviri: Metin UÇAR 
(Kompas-Pusula dergisi)

Bizde bir fıkra anlatırlar: «Lüksemburg vatandaşı bir kişi Moskova-Vladivostok treninde seyahatin üçüncü gününde aklını yitirmiş». Bu tabii ki şaka, ancak bilindiği üzere her şakada gerçek payı vardır. Çünkü o zavallı adam kendini anlatılan süre içinde Lüksemburg’u yüz kere boydan boya geçmiş gibi hissediyor olmalı. Transsibirya demiryolunu aştığınızda trende yapılabilecek en uzun seyahati yaptığınızı kesin bir dille söyleyebilirsiniz!

Transsibirya demiryolunda seyahat gerçek bir başarıdır ve her gezginin üstesinden gelemeyeceği bir şeydir. Burada mesele yüksek bilet fiyatında da değil (makul bir fiyat da bulmak mümkün). Esas mesele trende bir hafta yolculuğu kaldırıp kaldıramayacağınızda. Evet, evet bu efsanevi demiryolunda seyahat tam yedi gün sürer, üstelik bu süre içinde (eğer klasik düzene uyarsanız) hiç mola vermeden giderseniz. Ancak biz sadece TV ekranı gibi pencereden manzara seyretmemeniz ve Sibirya’nın ruhuna dokunmanız için yine de mola vermenizi önereceğiz. Çünkü yolunuzun üstünde Kazan, İrkutsk, Yekaterinburg ve dikkate diğer şehirler bulunmaktadır! Üstelik Moskova’dan Vladivostok’a mesela lüks ‘Zolotoy Orel’ (Altın Kartal) treni ile yapılacak bir seyahat gerçekten zevk verecektir.

Tabii, böyle bir seyahatin en büyük artısı eşi olmayan Rusya manzalarıdır: uçsuz bucaksız stepler, ormanlar ve tarlalar…  Puşkin ve Blok’un şiirlerine yansıttığı, Repin ve Şişkin’in tablolarına koyduğu nehirler ve göller... Pencerenizdeki tablo tıpkı bir kaleydoskoptaki gibi, yorulmadan yerel manzaların görkemini ve zenginliğini sergiler. Bunlar arasında beryozalı (akağaç) ormanlık alanlar, iğne yapraklı ağaçları ile uçsuz bucaksız tayga, küçük nehirlerden başlayıp muazzam Baykal’a kadar herşey vardır. Büyük bir ihtimalle, sıradan bir işadamı olarak trene Moskova’da binseniz bile, birkaç gün sonra kafanızdaki ‘tilkilerden’ kurtulursunuz ve yüce şeyleri, sonsuzluğu düşünmeye başlarsınız.

Aslında birkaç güzergah vardır: Moskova-Vladivostok, Moskova-Pekin (Mançuriya üzerinden). Biz birinci güzergahı kullanmanızı önereceğiz. Çünkü bu şekilde Çin vizesi almanız gerekmez, ayrıca bu güzergah üzerinde çok daha sık tren seferleri düzenlenir.

İşte böyle, yolunuzun üzerinde çok eski yapılar keşfedeceğiniz Kazan bulunuyor. Mesela Kazan Kremlin’i. Bu eser UNESCO Dünya Mirası listesine eklenmiştir. Yine ulu cami Kul-Şarif de buradadır. Bunun ardından Yekaterinburg gelir. Bu şehirde şaşırtıcı güzellikleri ile Rusya İmparatorluğu zamanından kalma bazı yapılar vardır. Ardından İrkutsk gelir. Bu şehre ‘Sibirya’nın Parisi’ derler. Geleneksel Rus stilinde yapılmış ahşap evleri ile ünlüdür.

Tren yine yola düşer ve siz üzerinde ‘1777’ yazan bir tabela görürsünüz. Bu yoldaki yerleşim yerlerinden birinin kuruluş tarihi değil, Moskova’dan kaç kilometre uzağa gittiğinizin ifadesidir. Bu ise yolun üçte biri bile değil! Yolun bu etabı önemlidir, çünkü burada Avrupa ve Asya arasındaki sınırı işaret eden bir direk görürsünüz. Bunun ardından da ünlü Ural Dağları başlar, onun ardından Baykal, dünyanın en derin, Avrupa’nın en büyük gölü gelir. Göle girebilir ya da bazen trende de hazırlanan nefis ızgara balığın tadına bakabilirsiniz.

Ardından yolunuz Buryatiya’nın başkenti Ulan-Ude’ye düşer. Burada eski din inananlarının yaşadığı köyleri görebilir, budist tapınaklarını ziyaret edebilirsiniz. Şansınız varsa ve eğer geleceğinizi öğrenmekten kormuyorsanız gerçek bir şaman ayinine de katılabilirsiniz! Diğer yandan yakın vade geleceğinizi biz de biliyoruz, çünkü tren Moğolistan’a, Ulan Bator’a varacak. Düşünün bir kere Cengiz Han bin yıl önce bizzat buradan seferlerine başlamış idi! Onun hayatını biraz ‘yaşayın’, gerçek bir Moğol yurtunda geleneksel et yemeklerinin tadına bakın. Ondan sonra da tıpkı Cengiz Han gibi Çin’e doğru ilerleyin, tren sizi Şilka ve Amur nehirlerinin yanından götürecektir. Burası Çin sınırına çok yakındır ve trene paralel Çin Seddi’nin nasıl uzandığını görebilir ve moğolların neden Çin’i ele geçiremediklerini anlayabilirsiniz.
Bir sonraki gün seyahatinizin en doğu noktası olan Habarovsk’u geçer ve son durak olan Vladivostok’a yaklaşırsınız. Trenden çıktığınızda içinize temiz hava çekin ve 10.000 kilometre yol aldığınızı ve sekiz saat kuşağı aştığınızın ayırdına varmaya çalışın. Bir hafta önce Moskova’daydınız şimdi ise Çin’e birkaç kilometre mesafedesiniz. Vladivostok’ta da görülecek yerler var. Ünlü denizaltı müzesini saymamız yeter. Ondan sonra ağır ağır havaalanının yolunu tutup, Moskova’ya geri dönebilirsiniz. Tabii aynı yolu tekrardan dönerken geçmek için gücünüz kalmadı ise.

Transsibirya demiryolunu geçmek için en iyi zaman dilimi mayıs ayı ile eylül arasıdır. En iyi yöntemi ise özel gezi trenleridir. Mesela ‘Zolotoy Orel’. Trendeki sınıflardan birini seçebilirsiniz: Altın, Gümüş, tek kişilik ya da iki kişilik tv’li, klimalı, duşlu ve tualetli kompartıman. Böyle bir trende yapılacak seyahat iki hafta sürer. Seyahat paketinde bütün büyük şehirlerin gezilmesi, geleneksel etkinliklere katılım, her türlü içecek ile üç öğün yemek, ayrıca otel yerleşimi dahildir. Böyle bir seyahat için en ucuz bilet 15498 USD, en pahallısı ise 25895 USD’dir. En yakındaki turlar 3 – 17 haziran, 28 temmuz – 11 ağustos, 25 ağustos – 8 eylül tarihlerinde düzenlenecek. Tur biletleri: www.otkrytie.ru sitesinden temin edilebilir.

Daha ucuz bir varyant da seçilebilir: №240E No’lu tren. Tek yön bilet ortak kompartımanda 7926 ruble, ayrı kompartımanda 14416 rubledir. Bu tren 6 gün 17 saatte Vladivostok’a varır.
Moskova-Vladivsotok hattında en hızlı tren ise №002М, ya da ‘Rossiya’dır. Bu tren son istasyona 5 gün 23 saatte varır. Tek yön bilet ortak kompartımanda 11720 ruble, ayrı kompartımanda 19091 rubledir. Lüks kompartımanda 35353 rubleye bilet alınabilir. Tabii ki bu tip trenlerde mola ve üç öğün yemek olmayacak. Bu trenler için bilet: www.dost.ru ya da www.tutu.ru Internet sitelerinden ayırılabilir. Tüm Transsibirya trenlerinin Moskova’dan Yaroslavkiy Tren Garı’ndan hareket ettiğini hatırlatalım.

Velhasıl zaman ayırın, biletinizi alın ve hayatınızın en uzun demiryolu seyahatine çıkın, kendi ‘Sibirya hikayenizi’ yaşayın. En önemli olanı ise yolda sakın aklınızı yitirmeyin!