Moskova

Moskova

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Nazım’ı ölümünün 50. Yılında Moskova’da anacağız


Şu sıralarda, bizi Moskova’da önümüzdeki hafta başında, 3 Haziran 2013 Pazartesi günü, Nazım’ın aramızdan ayrılışının 50. Yılı anması heyecanı sardı.

Pazartesi sabahı Novodeviçiy Mezarlığı’ndaki mezarının başında Türkiye’den gelecek sanatçılar, kültür insanları ve dostlarla Nazım’ı her yıl olduğu gibi yeniden anacağız. Zülfü Livaneli ve Zuhal Olcay da bir önceki akşam bir konser verecekler.

Haliyle Nazım’ın şiirleri, anıları, onunla ilgili çeşitli konular geliyor akıllara…

***
Nazım’ın ölmeden önce yaşadığı ev, bizim mahallede, oturduğumuz eve onbeş dakikalık yürüme mesafesinde, 2. Pesçanaya Sokak’ta. Sık sık Nazım’ın apartmanının avlusunda oturup, onu tanıyan bir babuşka ya da deduşkayı yakalayıp anılarını anlattırmayı hayal ediyorum.

Haliyle Nazım’ın şiirleri burada daha çok okunuyor. Ve de yüreğe dokunuyor. Hele hele memleket hasretimin içime iyice çöktüğü günlerde onun gurbet ve vatan hasretiyle ilgili şiirleri beni fena halde etkiliyor.

Mahallede bir de Nazım Hikmet Çocuk Kütüphanesi var. Niyetim birazdan bu kütüphaneye gidip, Nazım’ın şiirlerinden RTİB’in derleyip, Rusçaya çevirtip bastırdığı kitaptan Rus çocuklarıyla birlikte onun şiirlerini okumak.

***
Portekizli şair Daniel Filipe, 1962 yılında bir şiirine şöyle bir başlangıç yapmış :

"Şu 1962 yılında
 taş uçaktaki Nazım Hikmet gibi değilim
 kentimdeyim
 nereye istersem gidebilirim.."
 
Taş uçaktaki Nazım Hikmet !.. Bu metafor, Nazım’ın hapisliğini, göçmenliğini, memleket hasreti içinde ölmesini mi anlatmak istiyor acep? Şair, Nazım'ın uzun yıllar hapis yattığını bildiği için "taş ocağı" metaforunu mu kullanıyor?

Her neyse, gelelim Nazım Hikmet’in insanoğlunun uzayı keşfetme, fethetme serüvenine ilişkin söylediklerine.

Ay'a gidilmesinden yıllar sonra bile Suudi Arabistan'da, yolculuğun gerçek olmadığı, böyle bir yolculuğun yapılamayacağı üniversitelerde okutulurken, Nazım Hikmet "daha da ötelere" gidileceğinin şiirini yazar, 1959 yılında :

"Ay'a gidilecek
 daha da ötelere,
 teleskopların bile görmediği yere.
 
Ama bizim dünyada ne zaman kimse aç
 kalmayacak
 korkmayacak kimse kimseden,
 emretmeyecek kimse kimseye,
 yermeyecek kimse kimseyi,
 umudunu çalmayacak kimse kimsenin ?
 İşte ben komünistim bu soruya karşılık
 verdiğim için.."

Nazım Hikmet bu dizeleri 13 Eylül 1959'da, Sovyetler Birliği'nin "Lunik 2" adlı uzay gemisini fırlatmasından birkaç gün önce, 26 Ağustos'ta yazar.

Lunik 2, biraz sert olsa da, Ay yüzeyine inmeyi başaran ilk araçtır. Nazım'ın şiire "Ay'a gidilecek" dizesiyle başlaması, uzay yolculukları konusunda gündemi ne denli yakın takip ettiğini gösterir. Şair, bu başarıdan bir yıl önce, 1958 yılının 4 Ocak günü fırlatılan "Lunik 1" in yerçekiminin etkisinden kurtulmayı başaran ilk roket olduğunu ve Ay'ın 7.500 kilometre yakınından geçerek güneş sistemindeki yörüngesine oturduğunu da çok iyi bilmektedir. Ve Nazım, 1959'un Aralık ayında, "daha da ötelere" gidileceğinin inancıyla şu dizeleri yazar :
"Merih'e giden kosmos gemisinde turistler
 Yeryüzüyce yazılmış şiirler okuyacak..
 Her sözü beste beste, renk renk, kat kat açarak
 en sırlı çekirdeğe ulaşabilecekler.."

   
Nazım, yıldızlardan birinde yaşadığına inandığı uzaylılarla ilk karşılaşacak olanların Sovyet kozmonotlar olacağına emindir. Bu yüzden "Kosmosun Kardeşliği Adına" adlı şiirinde, Rusça'da yoldaş anlamına gelen
"Tavariş" sözcüğüne yer verir :

"Ve yıldızlardan birinde
 hangisinde bilmiyorum
 yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz
 hangi dilde bilmiyorum
 yıldızlardan birinde konuşacak elçimiz onunla
 Tovariş diyecek
 söze bu sözle başlayacak biliyorum.."

 Nazım Hikmet, bu şiirini 13 Nisan 1961 tarihinde Paris'te yazmıştır. Yani, uzaya gönderilen ilk insan olan Yuri Gagarin'in, dünyayı aracının penceresinden seyretmesinden bir gün sonra !.. Şairin "biliyorum" diye kendisinden son derece emin bir ifade kullanmasının nedeni, "Vostok 1" adlı uzay aracının yaptığı başarılı yolculuktur.

"Kosmosun Kardeşliği Adına" şiiri edebiyatımızda bir uzaylıya seslenen ilk dizelerdir. Belki, bu özelliğiyle dünya şiirinde de ilk örnekler arasındadır.

Radi Fiş, "Nazım'ın Çilesi" adlı kitabında şöyle tanımlar şairi : "Uzun boylu, güçlü kuvvetli, yakışıklı, etrafa neredeyse fiziki bir şekilde hissedilen ruhi enerji saçan bir insandı. İcap etmiş olsa, başka dünyalarda yaşayan kimselere dünyamızın insanını en olumlu şekilde temsil etmek için Nazım'dan daha iyi elçi bulunamazdı. Onunla ilişki kurmak bahtiyarlığına eren, enerji sahasına yaklaşabilen herkes, ondan harikulade bir kuvvet ve enerji alarak ayrılıyordu. Tasavvur olunan her şey mümkün görünmeye başlıyordu ve onun mensup olduğu cinse mensup olmakla iftihar etmeye başlıyordu insan. Bu cinsin, bu ırkın adı ise İNSANLIK idi.."

Nazım, uzaya gidecek ilk insanın bir Sovyet vatandaşı olacağını da daha önceden söylemişti.

1961 yılında Sovyetler Birliği’nde çıkartılan Znanie-Sila adlı bilim dergisinin 6 nolu sayısında uzaya ilk çıkan (12 Nisan 1961) Sovyet kozmonotu Yuri Gagarin’in hayatı kaleme alındı. Yazıda, Nazım’ın 2 ay önce bir Sovyet vatandaşının dünyada ilk olarak uzayı fethedeceği tahmininde bulunduğu yazıldı.
Makalede Nazım, “Venüs gezegenine uzay aracının fırlatılmasının ardından (Şubat 1961) Moskova radyosu muhabirleri evime ziyarete gelerek bana bu soruyu da sordu: Uzaya çıkan ilk insan hangi ülkenin vatandaşı olacak?  Bu Sovyet vatandaşı olacak. Bu insanın Sovyet vatandaşı olması lazım.Başka türlü olamaz. Ben mistik düşünmüyorum. Ama yine de tarihin mantığına inanıyorum. Bu mantık bana şunu fısıldıyor: Ancak ve ancak 1917 yılında ayağında çizme ve kafasında şapkayla Kış Sarayı’na (1917 Bolşevik Devrimi) hücum eden Putilov fabrikasının bir işçisinin oğlu uzaya hücum edecek. Ama bu sefer kozmonot elbisesiyle ve tabii ki tüfeksiz şekilde.” tahmininde bulundu.
Nazım’a göre, dünyanın sosyal adaleti adına devrim yapan bir işçinin oğluna uzay yolculuğu gibi bir görev düşecekti.
Sovyet bilim dergisi, Nazım’ın tahmininde sadece edebiyat şeklinde haklı çıkmadığına dikkat çekerek, “Putliov fabrikasının işçisinin oğlu uzaya ilk çıkacak sözleriyle Nazım haklı çıktı. Gagarin’in dedesi Putilov fabrikasında çalışmıştı.” dedi. Putilov fabrikasının işçileri Rusya’nın 3 devrim olayında önemli rol oynamıştı.

Yararlanılan kaynaklar : http://tarihtenanekdotlar.blogspot.ru/  & Haberrus.com


Ruslar, Galataport projesinden endişeliler


Bizim memlekette Gezi Parkı’ndaki ağaçlar halkın direnişine rağmen köklenmeye devam edilir, Metro kazılarında bulunan tarihi eserlere birkaç çanak, çömlek denip, İstanbul’un siluetini bozan gökdelenlere eyvallah denilir, yeni projelerle İstanbul tarumar edilip, yağmalanırken Ruslar da Galataport projesinden endişeliler..

Allah allah ne iş, diye merak ederseniz, mesele şu:

Karaköy’de 1200 metrelik sahil şeridini içeren ve “Galataport” adıyla bilinen Salıpazarı Kruvaziyer Liman projesi, kapsamında Peygamber İIia Rus Ortodoks Kilisesi’nin yıkılma ihtimali üzerine harekete geçen Türkiyeli Ruslar, kilisenin yıkılmayıp restore edilmesi çağrısında bulundu.

İstanbul’da Aya Panteleimon Kilisesi, Aya Andrei Kilisesi ve Peygamber İlia Kilisesi olmak üzere üç Rus Ortodoks kilisesi bulunuyor. Bunlardan Peygamber İlia Kilisesi, Galataport Projesi kapsamında yıkılma tehdidi altında.

İstanbul’daki Rus kiliselerinin tarihi hakkında net bilgiler yok. 1870’li yıllarda Ruslar tarafından İstanbul’da ikamet eden Ruslar için inşa edildikleri biliniyor. Bolşevik Devrimi’nden kaçarak İstanbul’a yerleşen Beyaz Ruslar da bu kiliseleri kullanmaya başlıyor. Kiliseler tam da bu dönemde Fener Rum Patrikhanesi’ne bağlı olan Athos Rahipleri'ne geçiyor.

Peygamber İlia Rus Ortodoks Kilisesi yıkım riski altında

Şu anda sadece iki Rus kilisesi, belediyede ibadethane olarak kayıtlıyken Peygamber Ilia Rus Ortodoks Kilisesi, 40 yılı aşkın süredir resmi bir statüye sahip değil. Kilisede çalışan rahip 1972 yılında hayatını kaybedince, Fener Rum Patrikhanesi tarafından yerine yeni biri görevlendirilmiyor ve kilise kapanıyor. Peygamber İlia Kilisesi’nin yıllardır faaliyette bulunmaması ve resmi kayıtlarda ibadethane olarak geçmemesi, kilisenin özel yatırımcıların eline geçmesine zemin hazırlıyor.

Türkiyeli Ruslar kiliseyi restore etmeye hazır

Ancak Türkiye’deki Ruslar, kiliselerinin yıkılmasını engellemekte kararlı. Konuyu Türk ve Rus basınında gündeme getiren Rus cemaati, Peygamber İlia Kilisesi’ni restore edip ibadete açmaya hazır olduklarını söylüyor. Rus İzvestiya gazetesine konuşan Türkiye’deki Rus cemaatinden Kars doğumlu Vasilisa Denisenko, Rusya’nın Türkiye Büyükelçisi’nden sponsor bulma konusunda yardım sözü aldıklarını belirtiyor.

Türkiye’de ikamet eden Ruslar için Rus Ortodoks Kiliseleri, inançları ve vatanlarıyla aralarında bir bağ. Ortodoks Rusların Türkiye genelinde sayıları 100 bin olsa da Paskalya gibi bayramlarda Rus kiliseleri, ibadet etmek için dolup taşıyor. 1999 yılından beri İstanbul’da yaşayan Yelena Tarasova İzvestiya’ya yaptığı açıklamada “Biz burada Fener Rum Patriği’ne bağlıyız, ama tüm dualarımızı Rusça yapıyor, Moskova Patriği için de dua ediyoruz. Sonuçta biz Rusuz ve kilisemiz için mücadele edeceğiz.” diyor.

“Kilise, yeni nesil Türkiyeli Ruslar için de gerekli”

RS FM’e konuşan Mihail Başlayev de vaftiz töreninin gerçekleştiği Peygamber Ilia Kilisesi’nin şu anda hizmet vermemesi ve yıkılma tehdidi altında olması nedeniyle çok üzgün olduğunu ifade etti. İstanbul’da kalabalık bir Rus topluluğu olduğunu vurgulayan Başlayev, “Sadece eski nesil Beyaz Ruslardan bahsetmiyoruz, yeni bir nesil daha var artık ve herkesin kiliseye ihtiyacı var. Bu nedenle kilisemiz yıkılmamalı. Aksine tadilat edilip hizmete açılmalı” diye konuştu.

“Yıkım İstanbul’un kültürel tarihine de darbe olur”

Mihail Başlayev’in eşi Yelena Başlayev ise yıllardır kapıları kilitli duran Peygamber Ilia Kilisesi’nin eşiğindeki aşınmış mermeri göstererek “Buraya bakarsanız, Rusların bu kiliseye zamanında ne kadar sık geldiğini ve mermeri dahi aşındırdıklarını görürsünüz” dedi. Yelena Başlayev, şu anda çok kötü durumda olan kilisenin sadece Türkiyeli Ruslar için değil; İstanbul’un kültürel tarihi ve zenginliğinin korunması adına da yıkılmayıp restore edilmesi gerektiğini vurguladı.

Fener Rum Patrikhanesi’nden yardım sözü

Rusların kiliselerini yıktırmama mücadelesi başlamış durumda. Bunun için öncelikle Peygamber Ilia Rus Ortodoks Kilisesi’nin resmi olarak ibadethane statüsüne kavuşması gerekiyor. Türkiyeli Ruslar, konuya ilişkin resmi kayıt başvurusunu yaptı. İkinci olarak da Rus kiliselerinin yeniden Ruslara geçmesi bekleniyor. Fener Rum Patrikhanesi’nin bu konuda yardım sözü verdiği belirtiliyor. İzvestiya’ya konuşan Vasilisa Denisenko, “Fener Rum Patriği, Rus kiliselerinin eskisi gibi Ruslara verileceğini söyledi. Ayrıca Fener Rum Patrikhanesi'nden iki rahip şu anda Rusya’da eğitim görüyor. Bartholomeos, yakında hizmete başlayabilecek olan rahiplerden birinin bizim kilisemizde göreve başlayacağı sözünü verdi” açıklamasında bulundu.

Galataport projesinin, Peygamber İlia Kilisesi’nin kaderini ne şekilde etkileyeceğini zaman gösterek. Bu süreç içinde kesin olan bir nokta var: Türkiyeli Ruslar, kiliselerini korumak için seslerini duyurmaya devam edecek.

28 Mayıs 2013 Salı

Rusya’da 4 bin kişi şarkı söyledi, Guinness’e girdi




Rusya’nın St. Petersburg şehrinde binlerce kişi birlikte şarkı söyleyerek Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. “Dünyanın sınırsız coşkusu” sloganıyla bir araya gelen 7’den 70’e binlerce kişi, şehri adeta konser alanına çevirdi.

Rusya neden "erkek cenneti"?


Kaynak: Turkrus.com

Rusya neden "erkek cenneti"?: En güzel kadınlar burada, Absent serbest ve...
“Halledilemeyecek iş yok, en güzel kadınlar burada, kamu hizmetleri sudan ucuz...” Erkek dergisi Maxim'in Rusça versiyonu, “Rusya'yı erkekler için cazip kılan nedenleri” belirledi. Elbette bu nedenler, subjektif bir pencereden bakılıp kaleme alınmış, epeyce de "zorlanmış" nedenler. Eklemeler ve çıkarmalar her dam mümkün. İşte dergiye göre Rusya'yı erkekler için “ideal” yapan nedenler:

“Her şey her zaman açık
Rusya'ya gelen yabancıları en çok şaşırtan şeylerde biri, mağaza, restoran, süpermarket gibi yerlerin birçoğunun 24 saat açık oluşu. Gece yarısı havuza bile girmek mümkün. 

Her şey bedavaya yakın
Elektrik, su, gaz neredeyse bedava. Ama paralı park devri Rusya'da da başlıyor. 

Siyah havyar
Dünyadaki insanların yüzde 95'inin hayal bile edemeyeceği bazı delikates ürünleri, Rusya'da nadir de olsa herkes yiyebiliyor. 

Dünyanın en iyi kadınları
Birincisi, güzeller. Rusya İmparatorluğu sayesinde, hepsi dış görünüş olarak birbirinden farklı. Sayıları da çok fazla. Kadınlar erkeklerden daha fazla. Rahatlar, talepleri çok fazla değil, maceralara hazırlar. 

Reçetesiz viagra
ABD ve Almanya gibi ülkelerde Viagra satın almak için reçete gerekirken, Rusya'da her isteyen alabiliyor. 

Her iş halloluyor
Yasalar ve kurallar çok fazla olsa da, her sorunun bir çözümü var. Bu yüzden Batı'ya giden Rusyalılar katı kurallar karşısında depresyona giriyor. 

Korsancılık hat safhada
Hiç Windows'a 200 dolar ödedin mi? Evet mi? O zaman sen Rusyalı değilsin. Rusya'daki bilgisayar kullanıcılarının yüzde 95'i kaçak ürünleri kullanıyor. Müzik ve filmler de aynı şekilde. 

Çöp sorunu yok
Eğer İsviçre'de yaşasaydın, cam için ayrı, plastik için ayrı, gıda artıkları için ayrı, kağıtlar için ayrı çöp kovan olması, özel çöp torbalarının üzerine vergi pulları yapıştırman gerekirdi. 

Plastik cerrahi ucuz
Plastik cerrahi başka ülkelerde Rusya'dan 7-10 kat daha pahalı. 

Sigara tiryakileri için cennet
Rusya'da hala sigara tiryakileri kendilerini cennette gibi hissediyor. Özel havalandırma sistemleri olan mekanlarda sigara içmek serbest. 

Milli spor poker
Resmi olarak yasak olsa da, internetteki poker devleri  PokerStars ve FullTilt Rusya'dan. 

Gelir vergisi yüzde 13

Absent var
Yüzde 70 alkol içeren ve birçok ülkede yasak olan absent Rusya'da serbest. 

27 Mayıs 2013 Pazartesi

Rusya’da votka iktidar deviriyor!


Cenk Başlamış / BBC Türkçe
Son günlerde Türkiye’de çok konuşulan alkol yasakları, Rusya’da yüzyıllardır tartışılan, devletle vatandaşı hep karşı karşıya getiren, hatta iktidarları deviren bir konu.
Rusya’da “alkol” denilince hemen hemen herkesin aklına votka geliyor. Özellkle büyük kentlerde 2000’lerin başında bira ve şarap tüketimini artırmak için yapılan müthiş reklama rağmen Türkiye’de rakı neyse, Rusya’da votka o.
Türkiye’de dostların sohbetine nasıl rakı eşlik ediyorsa, Rusya’da sabaha kadar sürebilen sofra keyfinin mezesi buzlukta hafif kristallenmeye başlamış votka.

Türkiye’de “çilingir sofrası”nda rakının yanında mutlaka beyaz peynir, Rusya’da ise votkanın yanında siyah ekmek, kimi zaman da kurutulmuş balık vardır.
Rakıdan farklı olarak votka mutlaka sek içilir, hele hele Türkiye’dekinin tersine içine kesinlikle meyve suyu ya da kola katılmaz, katana iyi gözle bakılmaz!
Rakı yavaş yavaş içilir, küçük kadehteki votkayı tek seferde içmeyenin “erkekliğinden şüphe edilir”! Türkiye’de kadehler “şerefe” diye kalkar, Rusya’da “na zdrovye”diye...
Rusya tarihi aynı zamanda yönetenlerle yönetilenler arasında bir alkol çekişmesidir... Devlet yüzyıllardır votkayı kontrolüne, daha doğrusu tekeline almaya çalışmış, ancak halkın daha az içki içmesini sağlamak için yapılan girişimler hep tepmiş, hep başarısız olmuş, hatta siyasi sonuçlar doğurmuş.
Votkayla 1386 ‘da, yani 627 yıl önce tanışan Rusya’da ilk votka tekelini 1472 yılında Çar 3. İvan kurmuş. 1500’ler ve 1700’lerde benzer girişimler olmuş, 1894’de bir deneme daha yapılmış ama sonuç değişmemiş.

Halkın daha az votka içmesini sağlamak için kurulan devlet tekelleri bir türlü amacına ulaşamamış.
Üstelik, Birinci Dünya Savaşı sırasında kişi başı votka tüketimi sekiz litreden 14 litreye çıkmış. Votka tekelinin belki de tek iyi tarafı, devlet kasasına fazladan bir 800 milyon ruble, yani o zamanki bütçenin üçte biri oranında büyük miktarda para girmesi olmuş.
Ama Çar II. Nikolay, uygulamayı daha sıkılaştırmaya kalkarak alkole tam yasak getirince gelirler azalmış, devlet para basmış, enflasyon çoşmuş, halktaki memnuniyetsizlik artmış.

Alkolizme karşı mücadele

Sonuç: Çarlık yönetimi çökmüş, 1917 Devrimi komünistleri iktidara getirmiş!..
Sovyet döneminde bütçe gelirinin dörtte birini votka satışı oluşturmuş ama devlet tekeli insanların daha az içmesini sağlayamamış. Mihail Gorbaçov’un iktidara gelir gelmez başlattığı ünlü alkol karşıtı kampanyanın sonu da tam bir hüsran.
Gorbaçov’un “alkolizme karşı mücadele” adını verdiği savaş devlet adına tüm cephelerde gerçek bir bozgunla sonuçlanmış. Üretim azalınca gelirler düşmüş, maliye para basmış, enflasyon fırlamış, halktaki memnuniyetsizlik artmış.
Sonuç: Elbette tek neden bu değil ama Sovyetler Birliği çökmüş! Rus halkının Gorbaçov’dan hala nefret etmesinin nedenleri arasında alkol karşıtı mücadele de var.

İşin en acıklı kısmı ise, alkole savaş başlatan Gorbaçov’un yerine iktidara alkole düşkünlüğü dillere destan Boris Yeltsin’in gelmesi!
Bir süredir Rusya’da, Türkiye’de şu anda tartışılan yasaklar ve kısıtlamalar yürürlükte. 2000’li yılların başında Moskova’nın merkezinde alkollü gençlerin büyük olaylar çıkarmasının da etkisiyle son zamanlarda bazı kısıtlamalar uygulanıyor, örneğin şu anda 21.00-09.00 saatleri arasında alkol satışı yapılamıyor.
Resmi rakamlara göre, Rusya’da kişi başı yıllık alkol tüketimi 16-17 litre civarında, ancak buna çok yaygın olan kaçak ya da ev yapımı votka dahil değil.
Her yıl kaçak votkadan zehirlenen en az 40 bin kişinin hayatını kaybettiği düşünülüyor. İnsan sağlığı için tehlikeli kabul edilen sınırın iki katı içki içilen Rusya’da alkolden kaynaklandığı sanılan sağlık sorunlarından her yıl yaklaşık yarım milyon kişi ölüyor.
Günümüzde Rusya’da alkole yönelik bazı kısıtlamalar olsa da bunların halkın içki içme alışkanlığında hissedilir bir değişikliğe yol açtığını iddia etmek zor.

Zaten, Sovyet dönemi muhalifi Mihail Baytalskiy’nin dediği gibi, Rusya’da votkaya savaş açmak yel değirmenleriyle savaşmaktan farklı değil...

24 Mayıs 2013 Cuma

Rusya'nın 100 yıllık muhasebesi


Kaynak: turkrus.com 

Rusya 100 yılda ne kadar gelişti? Çarlık zamanından bu yana, halkın reel yaşamında ne gibi değişiklikler oldu? Komsomolskaya Pravda gazetesi, çarlık dönemindeki ve bugünün Rusyası'nın bazı sosyal verilerini karşılaştırdı. “Çarlık Rusyası'nda bile, bazı göstergelerin bugünden daha iyi olduğu” sonucuna varıldı. 

Gazetenin yaptığı derleme özetle şöyle:

“Bugün ortalama bir Rusya vatandaşının ve zamanında atalarımızın cüzdanında ne kadar para kaldığını hesapladık. Bunun için maaşlar ve reel gelirleri karşılaştırdık.

Çar zamanında yoksulluk sınırı belirlemiyorlardı. Şansımıza, 1914 yılında Kiev'de vatandaşların reel gelirlerine dair geniş çaplı bir araştırma yapılmıştı. Ayda 36,34 rublenin altında parayla yaşamanın olanaksız olduğu sonucu çıkmıştı. Yani o zamanın yoksulluk sınırı buydu. Bugünkü Rusya için de resmi yoksulluk sınırı olan 6 bin 400 rubleyi hesaba almadık. Çünkü bu parayla yaşamak zor. Toplum Konseyi'nin hesaplamalarına göre, bugün Rusya'da kişi başı reel aylık harcama 12 bin 500 ruble. Biz de bu rakamdan yola çıkacağız. 

O zamanki veriler, Rusya'da neden devrim olduğunu gösteriyor. Araştırmaya göre, halkın gelirlerinin yarısına yakını (yüzde 47) gıda harcamalarına gidiyordu. Barınmanın gelirlerdeki payı yüzde 15, giyinmenin yüzde 15, tütün ve alkolün yüzde 6, kilise harcamalarının yüzde 5, sağlık harcamalarının yüzde 1 idi. 

Bu dağılım, ülkenin geri kalmışlığının işareti olarak kabul ediliyor. Gelişmiş ülkelerde gıdanın hane bütçesindeki payı yüzde 10-20'yi geçmiyor. 

Çarlık Rusya'sında halkın eline geçen para yaşamına ucu ucuna yetiyordu. Sanayide ortalama maaş yoksulluk sınırının sadece 66 kopek üzerindeydi! Ama bu yine iyi, çar zamanında en azından gelir vergisi yoktu. Sadece girişimciler vergi ödüyordu. 

Bugün, zamanında ülkemizin tahılıyla nasıl tüm dünyayı doyurduğunu hatırlayıp iç çekiyorlar. İşte o zaman sadece tahılı olan yaşıyordu. 

Köylülerde para diye bir şey yoktu. Hatta büyük toprak sahiplerinde (kulak) bile yoktu. Lev Tolstoy'un verilerine göre, kulaklar köylülerin yüzde 20'sini oluşturuyordu. Köylülerin yüzde 40'ının çocukları ilk kez orduya gittiklerinde etle tanışıyorlardı. 

İhracatın yüzde 50'sini oluşturan tahıl o zamanın petrolüydü. 

Peki 100 yıl sonrasında daha mı iyi yaşıyoruz? 

Köylülerden gelin hiç bahsetmiyelim. Kentlileri kentlilerle kıyaslayalım. 

Bürokratlara çar zamanında, çalmamaları için şimdikinden daha fazla para veriyorlardı. Rüşvetçilik daha çok küçük bürorkatlar arasında yaygındı. Bakanların maaşları yüksekti, ama statülerini korumak için çok harcama yapmaları gerekiyordu. 

En yoksul ve zengin yüzde 10'luk kesimler arasındaki gelir farkı 5,8 kattı. Bugün ise 16 kat. Yorum sizin. 

Çarlık Rusyası'nda ortalama maaş (24 ruble), yoksulluk sınırının (36 ruble olarak kabul ediyoruz) altındaydı. 

Bugün ise ülke genelinde ortalama maaş 26 bin ruble. Resmi yoksulluk sınırı 6 bin 500, reel yoksulluk sınırı 12 bin 500 ruble. Yani reel yoksulluk sınırına göre bile ortalama bir vatandaşın cüzdanında para kalıyor. 

Proleterler devrimi boşuna yapmadı. O zaman sıradan bir işçinin cebinde hiçbir şey kalmazken, bugün sanayide ortalama maaş gerekli harcamaların iki kat üzerinde. 

Ama şaşırtan başka bir şey var. Rusya'da öğretmen ve doktor maaşları, son zamların ardından, yani sadece bir ay önce 1913 yılı seviyesine ulaştı. Ondan önce ise 20 yıl boyunca yoksulluk yaşadılar. Bu da tabii yeni Rusya için utanç kaynağı.  

Çarlık zamanında ABD'de halk Rusya'dan 4,5 kat, Almanya'da iki kat fazla kazanıyordu.
100 yıl içinde ise ortalama maaş ABD'de 4 bin 100 dolara, Rusya'da 760 dolara çıktı. Yani fark 5 kat.”


 

21 Mayıs 2013 Salı

Semaverde yapılan çayı içmenin keyfi başkadır


Moskova’da gezerken bir kafede oturup bir bardak çay içip dinlenmek istediğinizde garsona siparişinizi nasıl olsa İngilizce biliyordur diye düşünüp “tea” sözcüğünü kullanarak vermek isterseniz dil bilmiyorsa muhtemelen sizi anlamayacaktır. Halbuki Türkçede olduğu gibi “çay” derseniz sizi anlar, zira Rusçada da çaya “çay (чай)” derler.

Kahve için de “kafe-ко́фе)” derseniz işinizi halletmiş olursunuz.

Belki de garson daha siz siparişinizi vermeden gelecek, Çay mı, kahve mi(Чай, Ко́фе? ) diye soracaktır.

“Çay” sözcüğü her iki dile de Çinceden geçmiş.

Çay kültürü konusunda Ruslarla bizim söz dağarcığımızda ortak olan sadece “çay”  değil; “semaver” de Rusçadan Türkçeye geçmiş bir sözcük. 
Türkiye’de bir çok kişi Semaverin Türkçe kökenli olduğunu zanneder.  Halbuki ana yurdu Rusya’dır ve Rus dilinde “samavar (самовар)”, “sama” ve “varit” kelimelerinin birleşmesinden, yani “kendi kendine kaynamak”tan, türetilmiştir.

Hemen hemen her Rus ailesinin evinde  bir semaver mutlaka bulunur.

Haliyle Rusya'da, Türkiye'de olduğu gibi 'чаепитие' [çiipitiye] olarak adlandırılan çay kültürü çok yaygındır. Ruslar, bizim gibi genellikle çayın yanında bisküvi tarzında tatlı şeyler, şekerli katmerli pluşki ve bubliki (küçük simit) gibi şeyler yerler. Çayı tatlandırmak içinse özellikle reçel ve balı tercih ederler.

Rusların eski zamanlarda dost olarak gördükleri semaver, bugün de sofralarda yer alıyor, bazı evlerde halen bu gelenek sürdürülüyor. Veya en azından pek çok evde müstesna köşelerde nostaljik olarak yerini muhafaza ediyor.

Çay yapmanın da ayrı bir kültürü, ritüeli var.

Mesela geleneksel bir Rus köy evinde güzel bir çay ziyafeti için önce kuyudan su çekilir. Hazırlanan özel odun parçacıkları semaverin üzerine doldurulur, taze çam kozalakları ve duman kokusunda kaynayan su, iyi bir çay keyfi için ön koşul. Daha sonra demliğin buhar üzerinde beklemesi sırasında kurumuş çay yapraklarının haşlanması gerekir. Nihayetinde kaynayan su çayla buluşturulur. Tavşan kanı dediğimiz renge gelebilmesi için de yaklaşık on dakika demlenmesi lazım.

Kesin kanaat semaverle yapılan çayın lezzetinin elektrikli çaydanlıklarla yapılan çaydan çok daha güzel olduğu yönünde. Nedeni de bu çay duman, taze odun ve çam kozalakları kokularını içermesi.



Eskilerde Rusya’da çayı bu şekilde zengin tüccarlar içermiş. Çayın içilmesi için fincanlar değil, özel tasarımlı kaseler kullanılır, tüccarlar genellikle çay tabağını üç parmağıyla tutarak içerlermiş.

Dediğimiz gibi Rusların yaşam kültüründe semaverin çok önemli yeri var. Bu eşya, su kaynatmaya yarayan alelade bir aygıttan çok daha öte, sosyal bir anlama sahip. Eve arkadaşları, dostları davet etmenin, aile içinde birlikte olmanın simgesi. Öyle ki tek kişinin çay içmesine yetebilen küçük semaverlere 'bencil' lakabı takılmıştır. Zira çay saati muhabbet zamanıdır; sosyal bir gelenektir.

İlk Rus semaveri 18 yüzyılda yapıl
mış. Kısa zaman da  semavere alışan halk onsuz yaşayamaz hale gelmiş. Tula, Rusya’da semaver yapımıyla ünlü bir  şehirdir. Ve hatta “Tula’ya semaverle gidilmez,” diye çok ullanılan bir deyiş vardır. Öyle ya oraya kadar gitmişken gönlünüze göre, alıp dönebileceğiniz bir semaveri Tula’da bulacaksanız ne diye yanınızda yük edip bir semaver götüreceksiniz ki!?

Kuşkusuz semaverlerin de insanlar gibi öyküleri var. Bu hikayeler sadece semaveri seneler önce kimin kullandığını değil, onu yapanın hikayesini de anlatır.

Semaverler de insanlar gibi adeta. Hepsi çok farklı.

Semaverin bizim kültürümüzde,de önemli bir yeri var. Mesela “semaver, dertlilere şifa dağıtan manevi çeşmedir,” denir ve.hatta bu çay içilen meclislerde semaverin adı küçük derviştir... Dervişin bağrı zikirle kor gibi yanar...Damlayan sular gözyaşıdır...Semaverin fokurdaması gönlün kaynamasıdır...Semaver için ilahiler söylenir ,şiirler yazılır,o kaynarken sohbetler yapılır..



Hadi, şimdi bu muhabbetin üzerine bir çay yapıp, videodaki John Sokoloff'un bestelediği  "Samovar Blues" müziğinin eşliğinde için…

Afiyet olsun!

14 Mayıs 2013 Salı

Rusya'da ayıların kış uykusu bitti


Rusya’da ayılar kış uykusundan uyanarak hayatın içine yeniden karıştılar.
Kış uykusu( зимняя спячка ), hibernasyon, soğuk ve kurak mevsimlere karşı koyabilmek için canlı varlıkların yapısında görülen olayların tümü olarak tanımlanır.
Bâzı sıcakkanlı ve soğukkanlı hayvanların, kışı uyku veya uyuşuk gibi bir dinlenme halinde geçirmesi. Kış uykusu, soğukkanlı hayvanların hareketsizliği veya sıcakkanlı omurgalı hayvanların (memeli ve kuşlar) vücut sıcaklıklarının düşerek sıfır dereceye yaklaşması ve metabolizmalarının yavaşlaması olarak da târif edilebilir.
Kış uykusu esnasında hayvanlarda vücut sıcaklığı normalin altına düşer ve kalp atışı yavaşlar.
Bütün canlılar kış uykusuna yatmaz. Ama kış uykusu kış aylarında ya da genellikle iklim koşullarının elverişsiz olduğu dönemlerde, omurgalıya da omurgasız ayırımı olmadan birçok canlıda görülür.
 
Rusya’nın Tomsk ve Sibirya bölgesinde ayılar kış uykusundan uyandı. Yerel tabi yaşamı koruma kurumu başkanı Konstantin Osadçi, Ria Novosti’ye yaptığı açıklamada kış uykusundan uyanan ayıların bu yıl çok daha sağlıklı olduğunu, nüfuslarının da hızla arttığını söyledi.

“Geçen yıla göre gelişmeler çok daha iyi. Kaçak avcılar maalesef Nisan ve Mayıs aylarından en az bir düzine ayıyı avladı.” bilgisini veren yetkili, uykudan aç olarak uyanan ayıların insanların yaşadığı bölgelere doğru yiyecek bulmak için hareket ettiklerini belirtti.

Rusya’nın uzak doğu bölgesinde ayılar çoğu zaman otobanlara çıkarak araçlardan gıda almaya çalışıyor.

Bölgede ayı nüfusunun sağlıklı bir şekilde arttığını kaydeden yetkili, “1997’de Tomsk bölgesinde 2800 civarında idi. Şimdi bu rakam 8800’e kadar çıktı. Yeni dönemde ayı nüfusunun azalması gibi bir sorun bulunmuyor.” dedi. 2012’de kaçak avcılar tarafından 33 ayının öldürüldüğü tespit edilirken, 2011’de bu rakam 50’yi geçmişti. 

Asla pes etme! Birlikte daha güçlüyüz!

Никогда не сдавайся! Вместе мы сила!

( Asla pes etme! Birlikte daha güçlüyüz! )


11 Mayıs 2013 Cumartesi

Spasiba Deduşka























Kaynak: Turkrus.com 

Sabahın köründe kapı zili çalınınca bizim padiyezd (apartman girişi)’in şifresini öğrenen uyanık Özbek patates satıcısı yine kapıya dayandı diye düşündüm.

Bu sefer iyice kalaylamak için kararlı bir şekilde kalktım. Uykulu gözlerle kapıyı açtım.
Kapıda Özbek patates satıcısı yoktu; süslenmiş püslenmiş, bayramlık giysilerini giymiş üst kat komşumuz Vladimir  İvanoviç yüzünde kocaman bir gülücükle kapının önünde dikiliyordu.

“Hadi,” dedi, “Daha hala hazırlanmadın mı?”
Uyku sersemliğimi üzerimden attıktan sonra hatırladım; günlerden 9 Mayıs’tı. Vladimir İvanoviç’e törenlere beraber gidelim demiştim.

Dokuz Mayıs, Zafer Bayramı (Günü)!

Sovyetler Birliği, dört uzun yıl boyunca Alman Nazizmine karşı savaşmıştı. Ve sonunda bu zor savaştan muzaffer olarak çıkan Sovyetler Birliği olmuştu. Bu Bayram, Rusya’da herkes tarafından hatırlanıyor. Nasıl hatırlanmasın ki savaş, milyonlarca insanın hayatını yitirmesine yol açmış, neredeyse her ailenin canını yakmıştı.

“Sı dnyöm pabedı! -С Днём Побе́ды! (Zafer Günün kutlu olsun!)’” dedikten sonra onu içeri buyur edip, hızlıca elimi yüzümü yıkayıp, üstümü başımı giyinip, hazırlandım.

Birlikte dışarı çıktık.

Daha sokağa adımımızı atar atmaz yoldan geçen iki güzel genç kız koşarak yanımıza gelip, Vladimir İvanoviç’e sarılıp, “Spasiba dedu za pabedu!- Спаси́бо де́ду за побе́ду! (Teşekkürler dedecik zafer için!),” diyerek yanaklarından öptüler.

Ben şaşırmıştım, o ise gözünün ucuyla bana bakıp, göz kırptı.

“Görüyor musun?” dedi, “Bu onur bile insanın ömrünü uzatmaya yeter.”

Şöyle bir kez daha baktım: Vladimir İvanoviç sadece özel günlerde giydiği temizlenmiş, ütülenmiş asker üniformasına bütün onur ve kahramanlık madalyalarını takıp takıştırmıştı. Yüz ifadesinde bel ağrılarının, yüksek tansiyonunun hiçbir izi yoktu.

“Yahu Vladimir İvanoviç, sende bu üniformayı giydiğin ilk günden beri hiç mi değişiklik olmadı? Göbek, kamburluk gibi, falan…Nasıl korudun vücudunun formunu böyle? Hala sanki yeni dikilmiş gibi vücuduna oturuyor.”

İltifatımı almış olmanın mutluluğuyla, “Evlat dünya hallerini biliyorsun; Hitler gibi, Mussolini gibi bir manyağın yeniden dünyayı cehenneme çevirmeyeceği ne malum? Faşistlere karşı her zaman vatan savunması için diri ve hazırlıklı olmalı,” dedi.

Dünya hallerini ve kendini bilen hiçbir Rus bu olaya kayıtsız değil.

Zafer Günü (Pabeda)’nın sembol renklerini taşıyan, turuncu-siyah renkli Georgiy Nişanı kurdelelerini ( Гео́ргиевская ле́нточка ) Ruslar eşyalarına, elbise yakalarına, çantalarına, arabalarının antenlerine, kapı kollarına bağlıyor. Bütün bir yıl boyunca da böyle dolaşıyorlar.

Törenlerin yoğunlaştığı yere gidebildiğimiz yere kadar Metroyla, sonrasında da biraz yürüyerek vardık.
Törenlerden sonra Vladimir İvanoviç ve onun eski arkadaşları hemen her sene 9 Mayıs günü öğlene doğru Bolşoy Tiyatrosu’nun önündeki küçük parkta, Marx’ın heykeline nazır toplanıyorlar.  Yavaş yavaş doluyor parktaki açıklık. Daha önce gelenler yeni gelenleri öpüp sarılarak karşılıyorlar. Koyu bir muhabbet başlıyor. Bir süre sonra geçen sene aralarında olan bazılarının olmadığını fark ediyorlar. Birbirlerine sorup öğrenmeye çalışıyorlar. Neden sonra aralarında olmayanların hasta ya da ölmüş olduklarını öğreniyorlar. Havaya bir sessizlik ve hüzün hakim oluyor.

Daha sonra biri garmoşkasının tuşlarına usul usul basmaya başlıyor. Hüzünlü bir melodi dolaşıyor kalabalığın arasında…Hüzünlü melodilerin yerini yavaş yavaş neşeli melodiler alıyor.  Eski, coşkulu Sovyet şarkılarını hep bir ağızdan söylemeye ve dans etmeye başlıyorlar.

Yoruluncaya kadar dans edip, şarkılar söylüyorlar. Faşistleri yenmenin sevincini bir kez daha yaşıyorlar.

Zafer Günü’nü her sene, ama her sene aralarından bazılarını yitirseler bile böyle kutluyorlar.  Aralarında genç insanlar da var; kimileri torunlarını da getiriyor. Bu yüzden hepsi yaşamını zaman içinde yitirse bile kutlamanın kesintisiz bir şekilde ileriki yıllarda da devam edeceğine inançları var.

Rusya’nın 9 Mayıs Zafer Bayramı heyecanını yeniden yaşadığının bir kez daha şahidi oldum...

Çok eğlendim. Sadece eğlenmekle yetinmeyip o güzel, onurlu insanlarla birlikte olmaktan çok haz aldım ve duygulandım.

Tam kutlamaların ortasında Alper telefonla aradı. Ne zaman böyle zamanlarda münasebetsiz bir telefon gelse, “Alper arıyordur,” diye tahmin ederim, genellikle de tutar.  Gürültüden zor duyarak, anlamaya çalışıyorum ne dediğini:

“N’aber abi, n’apıyorsun, neredesin?”

Söylüyorum, şaşırıyor, “Ne işin var abi, senin orada?” diyor.

Üşenmeden kısaca anlatmaya çalışıyorum. Bizim de Kurtuluş savaşı yaşamış bir halkın çocukları olarak bu duygulara hiç yabancı olmadığımızı falan dilim döndüğünce, fazla uzatmadan açıklamaya çalışıyorum. Umarım anlamıştır. Genç çocuk, nasıl olsa zamanla anlar.

Akşam eve dönünce Vladimir  İvanoviç ‘le bir gözümüz ve bir kulağımız televizyondaki kutlama haberlerinde muhabbete devam ettik:

1 Mayıs Emek ve Bahar Bayramı'ndan sonra, İkinci Dünya Savaşı'nda Nazi Almanyası’nın mağlup edilmesinin yıldönümü olan 9 Mayıs Zafer Günü de biber gazına falan ihtiyaç olunmadan, coşku ve sevinçle; geniş katılımlı törenlerle kutlanmıştı.

Zafer Bayramı coşkusuyla meydanları dolduran yüzbinlerce Moskovalının verdiği izlenim ise faşizm benzeri bir illetin insanlığın başına musallat olması halinde yeniden tepelemekten geri durmayacakları şeklindeydi.

Zafere giden yol zor, meşakkatliydi. 26,6 milyon kişinin Nazi Almanyası’na karşı yapılan savaşta can verdiği bir kez daha hatırlanmıştı...Cephelerde savaşan askerlerin, fabrikalarda erkeklerin yerini alan kadınların ve yaşlarının çok çok üstünde acılar çeken çocukların asla unutulmayacağı vurgulanmıştı.

Vladimir  İvanoviç ,“Seneye yine beraber gidiyoruz, tamam mı?” diye sordu.

Bir an durdum. “Senin bel ağrıların ve yüksek tansiyonun izin verirse, benim de vize sorunum olmazsa gideriz,” deme densizliğinde bulunacak değildim ya.

Bu kısa tereddütten sonra, kararlı bir tonda “Tabii ki!” diye cevap verdim.