Moskova

Moskova

29 Kasım 2012 Perşembe

Tolstoy'un beşinci nesilden torunlarını İstanbul'da yakalayıp ünlü yazardan geriye kalanları ve Facebook'ta 'mutluluk tablosu' çizen 300 kişilik ailelerini dinledik.

Elif İnce/ Radikal

“Bütün mutlu aileler birbirine benzer. Oysa mutsuz ailelerin her birinin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır...” Anna Karenina’nın girişi, edebiyat tarihinin en çok alıntı yapılan cümlelelerinden. Yazarı Lev Nikolayeviç Tolstoy, evlilik ve aile kurumuna duyduğu inançsızlığı Anna Karenina gibi birçok eserine konu etmiştir.

Yazarın evliliği de edebiyat tarihinin en ünlü karı-koca kavgalarına sahne olur: Karısı Sofya, üzerinden köylü kıyafetlerini çıkarmayan anarşist ruhlu kocasını eserlerinin yayın haklarını ailesine bırakmaya ikna edebilmek için intihara bile kalkışır.

Tolstoy’un bu kavgalar sırasında yazdığı ‘Kreutzer Sonat’ında kendisini andıran bir karakterin, Sofya’yı fazlasıyla andıran karısını hançerle öldürmesi de manidardır. Her şeye rağmen Tolstoylar çocuk yapma konusunda fena bir performans göstermezler: 13 çocuklarının çocukları, torunları, torunlarının torunları şimdi dünyanın dört köşesine dağılmış durumda.

Türk Rus Kültür Vakfı’nın düzenlediği ‘Ailesi Tolstoy’u Anlatıyor’ etkinliği için İstanbul ’a gelen 5. nesilden torunları Ekaterina (25) ve Anastasya’ya (28) “Tolstoy soyundan kaç kişi var şimdi” diye sorduğumda aralarında hararetli bir tartışma dönüyor. Ekaterina bir noktada kafası karışarak “Ölenleri sayıyor muyuz?” diye soruyor, sonra Anastasiya “Yaklaşık 300 kişiyiz” diye toparlıyor. Ekaterina, sanat tarihi okumuş, Anastasya ise hala Oxford Üniversitesi ’nde Rus Edebiyatı doktorası yapıyor. Aile, yılda iki kere Tolstoy’un ömrünü geçirdiği Tula bölgesindeki ‘Yasnaya Polyana’ evi/müzesinde buluşarak Tolstoy’un gözlerini yaşartacak bir bağlılık sergiliyor. Hatta 90’larda Fransa , İtalya , İsveç ’e dağılan kayıp akrabalarını bulabilmek için ‘Tolstoy ailesi Facebook grubu’ bile açmışlar. Yasnaya Polyana buluşmaları ilginç etkinliklere de sahne oluyor: bu yılki buluşma Lev ve karısı Sofya’nın 150. evlilik yıldönümüne adanmış, İsveç’ten gelen tiyatrocu bir torun da evliliklerini anlatan bir oyun sergilemiş. Çiftin fırtınalı ilişkilerine nasıl baktıklarını sorduğumda Anastasya “Kimine göre Tolstoy çekilmez bir adamdı, kimine göre Sofya histerikti” diyor ve ekliyor: “Sofya’nın da hakkını yememek lazım! Savaş ve Barış’ı 6 kere el yazısıyla temize çektiğini bilen çok kişi yoktur.”

MÜZEYİ KURTARAN BABA ŞİMDİ PUTİN’İN SANAT DANIŞMANI!

Ekaterina ve Anastasya’nın babaları - yani Tolstoy’un torununun torunu - Vladimir, 1994’ten beri müzenin direktörlüğünü yapıyordu. Hayatını büyük büyük dedesinin geride bıraktığı müze-evi kurumsallaştırmaya adayan babanın niye İstanbul’da olmadığını karısı Ekaterina Aleksandrovna “Artık müzenin direktörlüğünü ben üstlendim” diyerek açıklıyor. Ekaterina, kızlarının deyişiyle ‘Katya’, kocasının müzeyi neden bıraktığı soruma cevaben ‘1911’den bu yana Yasnaya Polyana tarihi’ başlığında özetlenebilecek bir monoloğa giriyor. Ekaterina, müzeye henüz yeni mezun bir öğrenci olarak çalışmaya geldiğinde Vladimir’le tanışmış ve evlenmişler. O zamandan beri müzede çalışan Ekaterina’nın anlattığına göre müze, kötü renovasyonlardan arsayı pazarlamaya çalışan müdürlere (1957-94 arasında 20 müze müdürü değişmiş) birçok tehlike atlatmış. 1994’te işleri devralan Vladimir müze çalışanı sayısını 93’ten 584’e çıkarmış. “Burada artık bir cafe, otel, hatta kreş var. İkinci dil olarak Rusça dersleri bile veriyoruz. Niyetimiz ziyaretçi sayısını yılda 100 binden 500 bine çıkarmak” diyor Ekaterina. Mülkiyet kavramına bu kadar zıt bir adam olan Tolstoy, biricik evinin böylesine kurumsallaşmasını nasıl karşılardı merak ediyorum. Topu yine Anastasya alıyor, “Zor bir soru” diyor. “Sonuçta Tolstoy burayı çok önemsediği için karısı ve 13. çocuğuna bırakmıştı. ‘İçinde Yanya Polyana olmayan bir Rusya hayal edemiyorum’ dediğini de biliyoruz.”

Hâlâ Vladimir’in müzeyi neden bıraktığını çözemediğimizin farkına varıp sorumu tekrarlıyorum. Sonunda Ekaterina baklayı ağzından çıkartıyor: Meğer Vladimir, Mayıs’tan beri adaşı Putin’in kültür sanat danışmanlığını yapıyormuş. Şaşkın bakışlarımı farkeden Anastasya açıklıyor: “Putin kendisiyle çalışmasını teklif edince reddedemedi. Rus kültürünü korumak ve tanıtmak babam için çok önemli, kültür ve sanatla toplumun birçok sorununun çözülebileceğine inanıyor. Şimdilik araları iyi, ileride ne olacağını ise zaman gösterecek...”

TOLSTOY İSTANBUL’A MI GİDİYORDU?

Tolstoy’un Astapo’da bir tren garında öldüğünde İstanbul’a gitmeye çalıştığına dair dolaşan söylentileri soruyorum, ilk kez duyduklarını söyleyerek gülmeye başlıyorlar. Meğer Bulgaristan ’da da aynı söylenti varmış, hatta Tolstoy’un müritleri ‘Ölmeseydi buraya gelecekti’ diyerek kendisine itafen mini bir Yasnaya Polyana kurmuşlar. “Tek bildiğimiz güneye gittiği, ama İstanbul yine de bize çok şey ifade eden bir şehir” diyor Anastasya. Rus Çarı ‘Deli’ Petro’nun 1700’lerde İstanbul’a gönderdiği elçi Petr Andreyeviç Tolstoy’u anımsatıyor, sonra da büyük dedelerinin karısıyla İstanbul’da tanışıp evlendiğini söylüyor.

Rus ressamın Galata tablosuna rekor fiyat


28 Kasım 2012, 11:51 Dünyaca ünlü Rus ressam İvan Ayvazovsky'nin "Ay Işığında Galata Kulesi" tablosu, Londra'da 825 bin 250 sterline (yaklaşık 2 milyon 400 bin TL) satıldı.

İngiltere'nin başkenti Londra'daki Sotheby's müzayede evinde yapılan "Rus Sanatı" açık artırmasında, 28 eser satışa sunuldu.
Ayvazovsky'nin, 1845 yılında ay ışığında Galata Kulesi ve Boğaz'ı resmettiği yağlı boya tablonun, 500 bin ila 800 bin sterlin arasında alıcı bulması bekleniyordu. Eser açık artırmada 825 bin 250 sterline satıldı.

İvan Ayvazosky'nin İstanbul   Boğazı'nı resmettiği 1900 tarihli bir diğer yağlıboya tablo ise, 97 bin 250 sterline (yaklaşık 280 bin TL) alıcı buldu. Ressamın Haliç'i resmettiği "Ayışığında Haliç" eseri ise satılmadı. 1886 tarihli yağlıboya tablonun 700 bin ila 900 bin sterlin arasında alıcı bulması bekleniyordu.

Ayvazovsky, İstanbul'a ilk  kez Osmanlı Sultanı Abdülmecid'in daveti üzerine 1845 yılında geldi. 1845-1900 yılları arasında birkaç kez İstanbul'u ziyaret etti ve şehri resmetti.

"Rus Sanatı" açık artırmasında en yüksek fiyata satılan eser ise, ressam Valentin Alexandroviç Serov'un portresi oldu. Yağlıboya portre, 1 milyon 217 bin 250 sterline (yaklaşık 3 milyon 700 bin TL) alıcı buldu.
Kaynak : Star Gazetesi

Moskova’da en iyi Türkçe çevirmeni seçiliyor

Türkçe’den Rusça’ya çeviri yapan çevirmenler Moskova’da düzenlenmekte olan 4. ‘Çevirinin müziği’ Uluslararası Edebiyat Yarışması’na katıldılar. Yarışmaya 30’dan fazla dilden yapılan 800 çeviri katılıyor.

Her yıl düzenlenen ‘Çevirinin müziği’ yarışmasının kurucusu Veniamin Bakalinskiy, yarışmanın ana amacını yerli okuyucuları daha önce hiç yayınlanmamış olan yabancı edebiyat eserleri ile tanıştırmak, ayrıca Rusça ortamının en yetenekli çevirmenlerine bir bilgi alış-veriş platformu yaratmak olarak görüyor. Bakalinskiy bu konuda şöyle konuştu:

“Çok sayıda etkileyici yabancı yazar hakkında okuyucularımızın bilgisi yok. Ancak ülkemiz eskisi gibi dünyanın en çok okuyan ülkelerinden biri; biz de profesyonel olmayanlar da dahil çevirmenlere edebi çeviri yapma konusunda kendilerini denemeleri düşüncesini ilginç bulduk”.

Geleneksel olarak yedi dilde (ingilizce, fransızca, almanca, italyanca, isyanyolca, çince ve ivrit) üretilmiş eserler yarışmada profesyonel jürinin beğenisini kazanmak için mücadele ediyor. Bu yıl Türkçe, ‘şiir’, ‘hikaye’ ve ‘yayıncılık’ dallarında olmak üzere geniş Rus okuyucu kitlesinin tanımadığı, aralarında Ömer Seyfettin, Nurullah Ataç, Can Yücel, Nuri Can, Gülsüm Cengiz gibi isimlerinm olduğu çok değişik yazarlar ile yarışmada yerini aldı.

Yarışmanın galipleri 2012 aralık ayının ikinci yarısında açıklanacak.

Kaynak:http://turkish.ruvr.ru/

28 Kasım 2012 Çarşamba

“Rus-Türk evliliklerden 1 milyon çocuk var”

Rusya’da uluslararası ilişkiler alanında yayın yapan ”Konsul” dergisine mülakat veren Topkapı Sarayı Eski Müdürü İlber Ortaylı, Türkiye’nin şehircilik ve mimari nizamı Rusya’dan öğrenmesi gerektiğini söyledi.

Bu ayki sayısını Rusya-Türkiye ilişkilerine ayıran Konsül dergisine konuşan Ortaylı, Rusya’nın kendisi için, “En önemli komşu, ırkdaş ve dindaşlarımızın da yaşadığı kültürel birlikteliğimiz olan dost ülke” çağrışımı yaptığını söyledi.

İki ülke arasında 300 bin ortak ailenin bulunduğunu ifade eden Ortaylı, bu evliliklerden, ortak kültüre sahip bir milyon çocuğun olduğunu söyledi. İki ülke arasında ekonomik ilişkilerin sürekli geliştiğini ifade eden Ünlü Tarihçi, “1989’da Rusça bilen parmakla gösterilirdi. Şimdi, Türkiye’de Rusça bilenlerin ve Rusya’da Türkologların sayısı hayli fazla. Hükumet edenler bu realiteyi görmek zorunda.” ifadelerini kullandı.

Kimse, iki ülke arasındaki savaşları tekrarlamasın

İki ülke arasında ebedi dostluktan başka bir yolun olmadığını vurgulayan Ortaylı, “Kimse tarihteki otuz küsur savaşı tekrarlayıp durmasın. İsteyen, yabancı tarihçilerin analizlerine baksın. Çünkü bu savaşlar yiğitçe olmuştur. Şövalyeler arasında savaş bazen yakınlık doğurur.” şeklinde konuştu. Rusya’yı çok erken yaşlarda öğrendiğini ve görmeden tanıdığını söyleyen Ortaylı, “Rusya, kendimi evimde gibi hissettiğim, bildiğim memleket ve bildiğim insanlar.” dedi.

Bürokrasimiz eğitim görmeli

“Sizce İstanbul Rusya’nın hangi tecrübelerinden istifade edebilir?” sorusuna, “Şehircilik ve mimar nizamı.” cevabını veren ünlü tarihçi, “Mühendislerimize bir sözüm yok. Onlar gerçekten güzel ve kaliteli inşaat yapıyorlar. Ancak bürokrasimiz eğitim görmeli, mimar nizamı eğitimi görmeli. Amerika’dan demiyorum. Amerika’dan değil, Ruslardan bu nizamı öğrenmeliyiz.” önerisinde bulundu.

Cumhuriyetin kuruluşunun 89. Yıldönümü şerefine çıkan Konsul dergisinin bu ayki sayısı, Rus-Türk Kültür Merkezi ve Türkiye St.Petersburg Başkonsolosluğunun desteğiyle hazırlandı. Uluslararası ilişkiler alanında Rusça yayın yapan ve Rusya’da alanında tek olan dergi, Rusya’nın bürokrat ve elit kesimine ücretsiz olarak dağıtılıyor.

http://haberrus.com/

Ve işte Türk-Rus evliliklerine örnek bir video:

23 Kasım 2012 Cuma

Duygusallık sıralamasında Rusya

Rusya duygusallık endeksinde sondan 4’üncü

Gallup araştırma şirketinin yayımladığı uluslararası ‘duygusallık endeksinde’ Rusya en alt sıralarda yeraldı.

Singapur’un sonuncu olduğu duygulu ülkeler sıralamasında, Rusya sondan dördüncü oldu.

Singapur halkının yüzde 36’sı bir önceki günle ilgili duygusal bir şeyler yaşadığını ifade ederken, Rusya’da bu oran yüzde 38’de kaldı. Kazakistan, Ukrayna, Belarus ve Kırgızistan gibi eski Sovyet ülkelerinin son sıralarda yer alması dikkat çekti.

Gallup şirketinin, 2009-2011 yılları arasında 151 ülkede yaptığı araştırma sonuçlarında, en duygulu ülke ise yüzde 60 oranıyla Filipinler oldu. Filipinleri yüzde 57 ile El Salvador takip ederken, ABD yüzde 54’le 15. sırada yer aldı. Türkiye ise duygusallık sıralamasında 49. sırada yer bulabildi.

Gallup’un “duygusallık” araştırmasında katılımcılara beş soru soruldu: “Dün kendinizi dinç hissettiniz mi?, Dün tüm gün saygılı davrandınız mı?, Dün hiç güldünüz ya da kahkaha attınız mı?, Dün ilginç bir şey öğrendiniz ya da yaptınız mı?, Zevk, psikolojik acı, üzüntü, stres, sinir, endişe vb. hislerini dün tecrübe ettiniz mi?

Çalışmada vatandaşlara 5 negatif ve 5 pozitif duyguyu bir önceki gün hissedip hissetmedikleri de soruldu. Olumlu duygular saygı, keyif, iyi dinlenme, gülümseme, ilginç bir şey öğrenme ya da yapma olarak sıralanırken; öfke, stres, üzüntü, fiziksel acı ve endişe olumsuz duygular olarak belirlendi.

Gelirlerin artması insanların olumlu duygular elde etmesinde belirleyici role sahipken, çalışmaya göre yıllık gelirin 75 bin doları aşması durumunda ise duygu değişiminin gelirle bağlantısı azalıyor. Dünyanın en yüksek gayri safi milli hasılasına sahip ve en az işsizliğin olduğu ülke Singapur’un en az duygulara sahip olması dikkat çekti. Araştırma Singapur başta olmak üzere gelir seviyesi yüksek olan ülkelere huzurlu olabilmeleri için kültürel değerler ve sosyal projelere önem vermeleri önerisinde bulundu.

Gallup’a göre, Ortadoğu, Kuzey Afrika, Irak, Bahreyn ve Filistin bölgelerinde negatif duygular daha yüksek. Latin Amerika ise pozitif duyguların fazla olduğu bölge.

Kaynak :http://haberrus.com/

22 Kasım 2012 Perşembe

Rusya’nın bilinmeyen simgeleri; Semaver, Valenki, Uşanka,...

Uzun ve köklü bir tarihe sahip Rusya denilince akla ilk gelen simge, genelde Çift Başlı Kartal, Kremlin Sarayı, Matruşka veya Kızıl yıldız’dır. Ancak Rusya, bunların dışında daha bir çok simgeye sahip. Bu simgelerin çoğu ağır kış şartlarında yaşamak için olmazsa olmaz eşyalardan oluşuyor.

Türkiye’de bir çok kişi Semaverin Türk kökenli olduğunu zanneder. Ancak Semaver’ in ana yurdu Rusya’dır ve Rusça kendi kendine yanan anlamında “Samavar” olarak okunur. Hemen hemen her Rus ailesinin evinde bir semaver mutlaka bulunur.

Rusların bir diğer simgesi ise Valenki’lerdir. Valenki, keçeden imal edilen ve uzun çizmeye benzeyen bir çeşit Rus ayakkabısı. Valenkilerin en önemli özelliği; tabanı deri veya kauçuktan yapıldığı için, insan ayağını en soğuk havalarda bile sıcak tutması.

Ülkemizde pek çok kişinin görüntüsünü bildiği ancak ismini pek bilmediği diğer bir simge ise Uşanka’dır. Uşankalar, yapıldığı deriye göre, soğuğu geçirmez ve terletmez. Günümüzde Asya’daki bir çok ülkenin askerleri tarafından kullanılmakta.

Porselen, özellikle Çarlık döneminden başlayarak Rusya’da her evde mutlaka bulunması gereken bir eşya haline geldi. Özellikle Gzhel fabrikasının ürettiği el işlemeli porselenler dünyaca ünlü.

Rusya’nın en meşhur simgelerinden bir diğeri Ayı’dır. Ayı, Rusya’da bir anlamda kahramanlığı simgeler. Çarlık zamanından günümüze kadar bir çok tiyatro ve sinemada, çizgi filmin ana teması olarak kullanılmıştır. Ruslar genelde ayıya bir insan ismi olan “Mişa” olarak hitap ederler.

Balalayka adındaki çalgı aleti de Rusların vazgeçilmezlerinden. 3 telli bir çalgı türü olan balalayka, günümüzde Rusya’nın unutulmaya yüz tutmuş simgelerinden biri haline gelmiştir.

Çeburaşka ise Sovyet döneminde oldukça popüler olan bir çizgi film kahramanı. İyiliksever ve iyi kalpli bir kahraman olarak ilk kez 1966 yılında Eduard Uspenski tarafından çizgi roman olarak ortaya çıkarılan Çeburaşka, daha sonra “Krokodil Gena ve Arkadaşları” adıyla çizgi film haline dönüştürüldü. Küçücük kafası, iri gözleri ve büyük kulaklarıyla bir anlamda Rusların Mickey Mouse’udur.

İkon’lar ise Rusların en önemli simgelerindendir. Genelde ahşap üzerine çizilen dini motiflerden oluşan ikonları Rusya’da bir çok ev ve araçta görmek mümkün. Ruslar’ın Noel Babası da kendilerine özgü “Ayaz Dede” ye dönüşmüştür.

Kaynak: Cihan

21 Kasım 2012 Çarşamba

“Numaracı” Burak Yılmaz, Rusçaya yeni deyim kazandırdı: “Valyat Buraka!”

Galatasaray’ın golcüsü Burak Yılmaz’ın “hakem kandırma numaraları” sonunda uluslararası kamuoyuna mal oldu! En son Manchester United maçında ceza sahası içinde kendini yere atınca “hakemi aldatmaya yönelik hareket”ten sarı kart gören genç futbolcu, Rusya’da da yankı yarattı:

Galatasaray-Manchester United maçını yayınlayan Rus NTV Sport kanalının sunucusu, Burak Yılmaz sürekli benzer hareketleri yapınca, sarı kart sonrası ilginç bir tespit yaptı.

Türk futboluna dair derin bilgisiyle takdir toplayan başarılı spor yorumcusu, “Burak’ın bu numaralarından sonra, Rusçadaki ‘valyat duraka’ (валять дурака - aptal ayağına yatmak) deyiminin yerine artık ‘valyat Buraka’ demek lazım” dedi. Böylece tek bir harf değişikliği ile deyimi Burak'a uyarladı. Rusçada "durak" kelimesi "aptal, salak" gibi anlamlara geliyor.

Rus yorumcu, “Burak Türkiye’de dört büyük takımda forma giyen tek golcü. Bu büyük başarısının yanında bu hareketleri hiç yakışmıyor” diye ekledi.

22.11.2012

Kaynak: http://www.turkrus.com/

20 Kasım 2012 Salı

Stalingrad muharebesinden büyük zafere

70 yıl önce İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunu önemli derecede belirleyen bir olay yaşandı. 19 Kasımda Kızıl Ordu birlikleri, Stalingrad meydan muharebesinde karşı taarruza geçti. Operasyon, Alman birliklerinin tam yenilgiye uğratılmasıyla tamamlandı. Kızıl Orduyu 1945 ilkbaharında Büyük Zafere götüren yol Stalingrad’dan başladı.

Kızıl Ordu, 19 Kasım sabah erken saatlerinde düşman mevzilerine yönelik şiddetli top ateşi ile karşı taarruza başladı. Birkaç gün sonra düşman tam çember içine alındı. Hitler ordusunun 330 bin eri, subayı ve generali esir alındı. 3 ay süren şiddetli çarpışmalar sonucu düşmanın çemberden kurtulma çabaları başarısızlıkla bitti.

Volga kıyılarında “Uranüs” operasyonunun hazırlıkları iki ay sürdü. Batı Sibirya’dan, kuşatma altında bulunan Stalingrad’a takviyenin sıkı gizlilik şartlarında aktarılması sonucu büyük vurucu kuvvet oluşturuldu.

Tarihçilere göre Stalingrad muharebesi, İkinci Dünya Savaşı’nın bir dönüm noktası oldu.

Rusya Bilimler Akademisi Dünya Tarihi Enstitüsü görevlisi Mihail Myagkov, o zamana kadar hemen hemen tüm Avrupa’yı işgal eden Alman ordusunun bu yıkıcı darbe sonrasında belini doğrultamadığını kaydederek şöyle konuştu:

Stalingrad muharebesi, savaşın manevi dönüm noktası oldu. Sebebi, sadece Almanya’nın çok büyük güçleri cephenin bu bölümüne sürmesi ve Hitler’in Stalingrad kentinin Alman ordusu tarafından ele geçirilmesine büyük önem vermesi değildi. Alman ordusunun morali bozulurken Sovyet ordusu, düşmanın eylemlerine karşı koyarak ilerlemesine engel olabileceği bilincine vardı.

Kızıl Ordu, karşı taarruza geçmeden önce aylarca süren şiddetli çarpışmalar yaşandı. Alman ordusu, Temmuz ortalarında Stalingrad’a yaklaşarak Ağustosa kadar kenti ele geçireceklerinden, bunun sonucu olarak Kafkasya’daki petrol üretim bölgelerine ilerleme imkânını elde edeceklerinden emindi. Fakat kenti savunan Sovyet askerleri büyük fedakârlık göstererek düşmana karşı tüm şiddetle direndi.

Stalingrad muharebesine katılanlar, Mamayev Tepesi’nin sürekli el değiştiğini anlatıyorlar. Kentin her sokağı, hatta her binası için şiddetli çarpışmalar yaşandı. Tüm dünya, Volga kıyısındaki cepheleşmenin gidişini soluk almadan izliyordu, çünkü geleceği buna bağlıydı. Stalingrad savunucuları kenti düşmana teslim etmeyerek Avrupa dâhil tüm dünyayı faşizm tehlikesinden kurtarmış oldu. Hitler askerlerinin Stalingrad muharebesinde yenilgiye uğraması, Avrupa ülkelerindeki direniş hareketinin aktifleştirilmesine yol açtı.

200 gün ve gece süren Stalingrad muharebesi insanlık tarihinin en kanlı muharebesi olarak kabul ediliyor. Stalingrad kentini savunan yaklaşık 1 milyon Sovyet askeri öldü ve yaralandı. Faşist Blok ülkeleri, Sovyet-Alman cephesinde savaşan ordularının dörtte birini Stalingrad muharebesinde kaybetti.

19 Kasım 2012 Pazartesi

Avatar'ın “gerçek babası” öldü…

Sadece Sovyet değil, dünya edebiyatının saygın isimlerinden biri, dün yaşama gözlerini kapadı… Bilimkurgu romanlarının “baba” isimlerinden Boris Strugatsky, 79 yaşında St. Petersburg’da öldü… Böylece, 1958’den başlayarak hayalleri birlikte kurduğu, dünyaları birlikte yarattığı, romanlarını birlikte yazdığı, 1991’de vefat eden kardeşi Arkadi’nin yanına göçtü…

Strugatsky kardeşlerin birlikte kaleme aldığı düzinelerce bilmkurgu romanı, taşıdığı felsefi derinlikle Sovyet otoritelerine örtülü eleştirinin de kaynağı olmuştu.

TARKOVSKİ'YE İLHAM VERDİLER...

Strugarsky kardeşler “entelektüel okur” için Andrey Tarkovski’nin “Stalker” (İz Sürücü) adlı filminin senaryosuna esin kaynağı romanın yazarıydılar… Daha doğrusu onların "Yolkenarında Piknik" adlı romanını Tarkovski doğrudan filme almıştı. Burada Tarkovski'ye mal edilen pek çok ünlü aforizma, aslında Strugatsy kardeşlerin felsefi derinliğinin işaretiydi...

“Popüler edebiyat dostları” içinse, gişe rekorlar kıran James Cameron’un 3D filmi “Avatar”ın on yıllar öncesinden sadece esin kaynağı değil, “gerçek kaynağı” olduğu iddiasıyla gündeme gelmişlerdi.



AVATAR "ÇALINTI" MIYDI?

Strugarsky kardeşlerin 1960’larda yayınlanan “Ay Gezegeni” 10 kitaplık bilimkurgu serisinden pek çok öge bire bir Cameron’un filminde vardı. “Pandora” adlı gezegenin adı dahil… Film de kitaplar da 22. yüzyılda geçiyor. İngiliz Guardian gazetesinde yer alan habere göre, Pandora filmde Na'vi adı verilen yeni bir ırka ev sahipliği yapıyor. Eleştirmenler bunun Strugatsky romanlarındaki Nave adlı ırk ismine son derece benzediğini not ediyor.

Rekortmen Avatar filminin yönetmeni James Cameron'a bu yüzden “fikir hırsızlığı” suçlaması yöneltilmişti. Saygın Rus yazar ve gazeteçi Dmitri Bykov da, "Na'vi açık bir şekilde Strugatskylerin Nave'sini hatırlatıyor" diye yazmıştı. James Cameron ise, Avatar fikrinin orijinal olduğunu belirterek iddiaları kesin bir dille reddediyor ve film için 1994'te 80 sayfalık bir senaryo yazdığını belirtiyor.

Bu konu internet forumlarından da yoğun şekilde tartışılmış, kimileri Avatar'ın "gerçek babasının", kimileri "ilham babasının" Strugarsky kardeşler olduğunu savunmuşlardı.

Başbakan Medvedev de Twitter mesajıyla Strugarsky kardeşlere selam yolladı: “Hem bizim hem de dünya edebiyatı için yeri doldurulamayacak büyük kayıplardır… Büyük yazar ve düşünürlerdi…”

TÜRKÇEDE STUGARSKY KARDEŞLER...

Boris ve Arkadi StrugarskY kardeşlerin şu an Türkçede "İktidar Mahkumları", "Uzayda Piknik", "Yokuştaki Salyangoz" adlı romanlarını bulup satın almak mümkün...

20.11.2012

Kaynak : http://www.turkrus.com/

18 Kasım 2012 Pazar

"Ülkemle gururluyum, çünkü Rusyam..."






















Playboy dergisine soyunduğu için taç giymesi tartışma yaratan Rusya Güzeli Natalya Pereverzeva, favori gösterildiği Miss Earth yarışması öncesi ülkesine dair dile getirdiği ilginç düşüncelerle yarışma gündemine damgasını vurdu.
24 yaşındaki güzel, tanıtım videosunda "Neden Rusya ile gurur duyuyorsunuz?" sorusu karşısında verdiği edebi yanıtlarla yazarlara taş çıkardı. Natalya Pereverzeva'nın ülkesi ile ilgili betimlemeleri özetle şöyle:

“Benim Rusyam, uzun ve kalın at kuyruğunda farklı renkli tokalar takılı görkemli, güzel bir kız.

Benim Rusyam, kocaman gözleri olan ve tatlı süt veren bir inek.

Benim Rusyam, kocaman, yoksul ve acılı bir ülke.

Benim Rusyam, birkaç 'seçilmiş' insanın üzerinden zenginliğini götürdüğü büyük bir atardamar.

Benim Rusyam, ihtiyarlara ve öksüzlere yardım edemez.

Benim Rusyam, bitmek bilmeyen Kafkasya savaşı.

Milyonlarca insanın yaşamını feda etmesi sayesinde faşizmi alt eden ülkede neden milliyetçilik yeniden yeşeriyor?

Rusyam benim, sen hala yaşıyor, nefes alıyorsun. Sen ki dünyaya Yesenin, Puşkin, Plisetskaya gibi güzel, yetenekli insanlarını verdin. Bu liste birkaç sayfa boyunca uzatılabilir.

Her şeye rağmen, dünyaya çok şey kazandıran bu büyük ve harikulade ülkede doğduğum için gurur duyuyoum!”



Güzel Rusya görüntüleri eşliğindeki bu videoda da görebileceğiniz gibi Natalya Pereverzeva'nın çevre sorunlarına ilişkin de söylediği çok şey var.
Kaynak : http://www.turkrus.com/

8 Kasım 2012 Perşembe

Havalar, hava değil!

Moskova’da yaşayıp da hava durumu haberlerine ilgisiz kalmak mümkün değil. Neyse ki ben artık alışanlar sınıfına girdim.

Rusya'da hava koşulları pek çok şarkının da konusu. Bunlardan biri de "Nipagoda".

‘Nipagoda’ (НЕПОГОДА -‘Kötü havalar’) Şarkısı, ‘Мери Попинс, до свидания’ (‘Meri Popins, güle güle’) adlı bir Rus film müzikali için 1983 yılında yazıldı. Bu televizyon müzikali, Pamela Trevers adındaki İngiliz yazarın 1934 yılında yazdığı bir masaldan yola çıkılarak 80’lerin başında çekildi. Doğaüstü yetenekleri olan bir bakıcının hikayesini anlatan bu masal, İngiltere’de olduğu kadar başka ülkelerde de çok popüler olmuştu. Rus müzikali yayınlandıktan sonra ‘Meri Popins’ adı Rusya’da efsaneleşmiş, ideal bir bakıcı anlamıyla eşleşmiştir.


Müzikalde yer alan ‘Nipogoda’ Şarkısı, Rusya’da bir zamanlar çok popülerdi, halen de herkesçe biliniyor, severek dinleniyor.

Rusya’daki sert hava koşulları nedeniyle Ruslar gündelik konuşmalarında genellikle havadan şikayetlenirler. Gerçekten de Rusya’da kışlar aşırı soğuk, yazlar ise sıcak ve kurak geçer.

Moskova'da kelebek ömürlü, kısacık bir yaz var. “Moskova'da kış dokuz ay sürer, üç ay da yazı beklemekle geçer,” diye çok yaygın bir söz var.

‘Nipogoda’ (hava değil) kelimesi, genellikle sonbahar, kış ve ilkbahar başındaki yağmurlu karlı havalar için kullanılır.

Rusça’da kötü hava ile ilgili başka deyimler de var:

Şiddetli yağmuru gören Ruslar, ‘льёт как из ведра’ (‘yağmur kovadan boşanırcasına yağıyor’) derler. Bizdeki “yağmur bardaktan boşanırcasına yağıyor,” sözünün bir benzeri. Ancak tabii ki fark var: Birinde kova, diğerindeyse bardak.

Bu tip havalara ayrıca ‘нелётная погода’ (‘uçuş için uygun olmayan hava’; ‘kötü hava şartları’) denir. Bu deyim aslında havacılıktan Rusların gündelik hayatına da geçti, sık sık duyulabilir: ‘Погода сегодня нелётная’.

Havanın zor koşullarına rağmen Ruslar yine de bu konuda iyimser olmaya çalışıyorlar. Örneğin, Ruslar’dan sık sık ‘у природы нет плохой погоды’ (doğanın kötü havası olmaz) deyimini duyabilirsiniz. Bu deyim de popüler bir şarkının adı, fakat sıkça kullanıldığı için kalıplaştı ve şarkıdan ayrı bir şekilde kullanılmaya başladı.


Rusya’da havaların her zaman kötü olduğunu düşünmeyin. Rusya’da Nisan (sonu), Mayıs, Haziran, Eylül aylarında yeniden güneşli, güzel havalara kavuşulur. Parklar, bahçeler yeşillenir, çiçeklenir, havuzlarda fıskiyeler çalışmaya başlar. Metro çıkışlarında sokak orkestraları insanları dansa davet eder.
Ancak uzun bir sabır gerekir. N'apalım, doğanın yasaları böyle. "Nipagoda" şarkısının sözlerindeki gibi; "kötü hava, kötü hava, yapacak bir şey yok, gidecek bir yer yok; altı ay kötü hava, altı ay dediğin nedir ki?"
Güneşi özleyeceğiz başka çare yok.

Bir gözüm televizyonda hava raporlarında şu anda Moskova ile İstanbul arasında 20 derecelik bir ısı farkı var.