Moskova

Moskova

31 Temmuz 2011 Pazar

Aleksandr Nevski’nin yolundan motosikletle Moğolistan’a sefer











6 Ağustosta 12 motosikletçi Moskova’nın Doğusundaki tarihi Vladimir kentinden başlayarak Moğolistan yolunu tutacak.

“Bilinmeyen Aleksandr Nevski” etkinliği böyle başlayacak. Ural bölgesindeki küçük bir kent olan Kuşva’nın sakinlerinden Dmitriy Menşikov tarafından teklif edilen bu etkinlik,bu kişinin yönetimi altında gerçekleştirilecek.

Dmitriy Menşikov ta çocukluktan motosikletlere sevgi duyuyordu.Şimdi Menşikov, her ergenin hayali olan “Honda Afrika Tvin” modeli dayanıklı ve güvenilir motosikletin sahibidir.Kuşva kentinde motorlu taşılara ilgi gösteren pekçok ergen ve gençler garajda Dmitriy Menşikov’un yönetiminde eski motosikletleri onarmakla uğraşıyorlar. Bu suretle dört yıl önce “Severnıy tsvet” motokulübü oluştu. Kulübün üyeleri ayrıca bölgedeki Engelli çocuklar Yurduna gönüllü yardım gösteriyorlar.Engelli çocuklar motosikletçileri sabırsızlıkla bekliyorlar her zaman. Bunun nedeni, temaslar kurmak ve hediyeler almak isteği değil motosikletle gezi yapmak olanağıdır.

Gerçek motosikletçi her zaman uzak yerlere geziler yapmayı hayal ediyor. Rusya’nın değişik kentlerinden motosikletçiler ile İnternet üzerinen temaslar kuran Dmitriy Menşikov, Moğolistan’ın,uygarlıktan etkilenmeyen şaşılacak kadar güzel doğasının ve bin yıllık geleneklere uygun yaşamı yaşıyan konuksever göçebelerin motosikletçileri çok celbettiğini öğrendi. Menşikov biliyordu ki büyük Rus başbuğu ve 13. yüzyılın seçkin diplomatı Aleksandr Nevski 1247-1249 yıllarında Moğlistan’a gezi yapmıştır.Menşikov Aleksanr Nevski’nin yolundan Moğolistan’a motosikletle bir sefer organize etmeye karar verdi. Menşikov bu hususta şunları söyledi:

Seferimize “Bilinmeyen Aleksandr Nevski” adını verdik. Amaç,bu seçkin adama dikkati çekmektir. Aleksandr Nevski 1240lı yıllarda Rusya’nın Batı sınırlarında İsveçlileri ve Almanları yenilgeye uğratan komutan olarak genişçe biliniyor. Fakat Aleksandr Nevski’nin Moğollarla görüşmeler yaptığını ve çok kapsamlı diplomatik faaliyetleri başardığını az kimseler biliyorlar. Aleksandr Nevski Batı’nın Rusları katoliklere dönüştürme yeltenişlerine ve toprak isteklerine sert şekilde karşı geldi ve Rusya’yı tehdit eden ikinci büyük güç olan Moğollar ile mutabakata varmayı başardı. Aleksandr Nevski’nin bu kahramanlığı benzersiz Avrasya uygarlığının temelini oluşturdu.

Dmitriy Menşikov değişik forumlarda Aleksandr Nevski’nin yolundan Moğolistan’a motosikletle sefer yapılması düşüncesini öne sürdükten sonra “Severnıy tsvet” kilübünün üyelerinden ve Moskova, Samara ve Perm kentlerinden motosikletçilerden ilgili grup kuruldu. Dmitriy Menşikov bu gruba giren 22 ila 63 yaşında motosikletçilerin Rusya’nın 20 bölgesi üzerinden sefer yapacaklarını bildirerek şunları söyledi:

Büyük kentlerde sözüm ona “sorunlu” gençlerle söhbetler yapacağız. Gençlere yenilmez komutan, yönetici, diplomat ve yurtsever olan Aleksandr Nevski’nin yaşamı hakkında bilgiler vermek istiyoruz. Bundan başka alkol ve uyuşturucu sevenler olarak motosikletçiler hususundaki yanlış kanıyı kendi örneğimizle yalanlamak istiyoruz.

Motosikletçiler, Rusya ve Moğolistan üzerinden geçecek 17 bin kilometrelik yolu 35 günde almak niyetindedirler. Sefer 9 Eylülde Nijniy Novgorod bölgesindeki Gorodets kentinde bitecek. Bilindiği gibi Aleksandr Nevski, 1463-te Altın Ordu devletinden geri dönerken bu kentte hayatını kaybetti.

Ermitaj müzesin kuruluşunun 20l4'te 250. yılı kutlanacak











2014-te Sankt-Peterburg’daki Ermitaj müzesinin kuruluş tarihinin 250. yıldönümü olacak. Moskova’da Rusya hükümetbaşkanı Vladimir Putin’le görüşen Ermitaj müzesi müdürü Mihail Piyatrovskiy ve Kültür bakanı Aleksandr Avdeyev, Ermitaj müzesinin 250 kuruluş yıldönümü törenlerinin ve törenler kapsamında müzenin yaranına olacak etkinliklerin organizasyonuna ilişkin sorunları ele aldı.

Dünyanın 4 en büyük müzesinden biri olan Ermitaj’ın koleksiyonu 3 milyon kadar sanat eseri ve kültür anıtı kapsamına alıyor.Rusya hükümetbaşkanı Vladimir Putin , böylesine zengin eserler koleksiyonuna sahip olan müzenin kuruluş yıldönümü törenlerine hazırlık çalışmalarına katılanların son derecede sorumlu davranmaları gerektiğini kaydetti ve şöyle konuştu:

Ermitaj müzesinde büyük sayıda korunan değerli sanat eserlerinin tüm insanlığın varlığı olduğu,hakkıyla söylenebilir. Ermitaj müzesi Rusya’nın gururu olduğu için kuruluş yıldönümü layikiyle kutlanmalı. Ama şenliklerin organize edilmesiyle yetinmemeli , müzenin güçlenmesine hizmet edecek etkinliklerin de yürütülmesi ve sorunların çözüme bağlanması lazım.

Ermitajın genişletilmesi, sözü edilen sorunlardan biridir. Ermitaj’ın bölümleri olarak Armalar,bayraklarla sancaklar müzesiyle Rusya muhafız birlikleri müzesi,20-2l. yüzyıllar müzesi açılacak. Ermitaj’ın koleksiyonu genişletilmekle yanyana mimari kompleksi büyüyecek.Günümüzde müzenin kompleksi, ön cephesi Neva nehrine bakan sarayları kapsamına alıyor. Başlıcası Rusya imparatorlarının ikametgahı olan Kışlık saraydır.Yakın bir gelecekte Kışlık sarayda restorasyon çalışmalarına başlanması planlanıyor.Ermitaj müzesinin tüm yapıları biraraya getirilirse,l8.-l9.yüzyılın çok güzel bir yerleşim yerinin görünümü oluşturulacak.

Birkaç yıl önce Sankt-Peterburg’un kenarında Ermitaj’ın restorasyon merkeziyle eserler deposu meydana getirildi. Her ikisi de ziyarete açıktır. Vladimir Putin’le görüşen Ermitaj müdürü Mihal Piyotrovskiy,müze değerlerinin koruması için gereken 3. deponun kurulması planlanıyor,dedi ve şunları söyledi:

Müzenin Restorasyon merkezinin yanıbaşındaki bir arsada Sankt-Peterburg kentinin mimari müzesiyle kütüphane ve yayın merkezi kurulacağı için orası kentlileri ve turistleri çekecek.

Çağdaş eserler deposunun meydana getirilmesi ,Rusya’daki büyük müzelerden birçoğunun karşı karşıya bulunduğu bir sorundur Genellikle eserler deposunun müze binasının yanıbaşında bulunması gerektiği sayılıyor. ‘Ermitaj,deney olarak eserler deposunu kentin kenarında kurmayı kararlaştırdı. Kültür bakanı Aleksandr Avdeyev, deneyin olumlu sonuçları verdiğini kaydederek şöyle devam etti:

Eserler deposunu kentin kenarında kurmayı ilk kararlaştıran müze Ermitaj’ın eylemleri sayesinde kentin kenarında bir kültür merkezi meydana getiriliyor . Olumlu sosyal sonuçları veren bu adım müzecilerin zihniyetinin değişime de yolacıyor.

Mihail Piotrovskiy Vladimir Putin’e müzenin genişletilip geliştirilmesine yaklaşık olarak l6 milyar ruble ayırmak ricasıyla başvurdu ve bu işlere müzenin fonundan da harcamalar yapılacağını söyledi. Ermitaj, bağışlardan oluşan 20-30 milyon dolarlık fonuna sahip olan Rusya’nın tek bir müzesidir.

Gus-Hrustalnıy kentinin Kristal cam müzesi












Moskova’nın 200 kilometre Doğusunda bulunan Vladimir eyaletindeki Gus-Hrustalnıy kenti, Rusya’nın Altın halka turizm bölgesine dahildi. Cam sanayii merkezi olan Gus-Hrustalnıy kentinde l756 yılında ülkenin en büyük cam fabrikası kurulmuştu.

Kentte Kristal cam müzesi var. Ekspozisyonu Sent-Jorj kilisesinin. l9.yüzylın sonlarında kurulmuş kilise l9l7 Devriminden sonra kapatıldı. Yaklaşık 70 yıl sonra restorasyonu yapılan kilise Kristal cam müzesine dönüştürüldü. Cam fabrikasının ürün örnekleri müzenin esaslarını oluşturuyor.Fabrikada seri halinde üretilen tüm mamullerin örnekleri burada korunuyor. Aralarında büyük ustaların ender yapıtları da var.

Kristal cam Müzesi müdürü Nadejda Pak şunları söylüyor:

"Müzemiz günümüzde Rusya’nın en iyi kristal cam müzesidir. Kristal cam ürünlerinin l4 binden çok örneğini kapsayan koleksiyonu, sadece büyüklüğü için değil, kapsamlı olduğu için takdire değer. Buna göre Rusya’da cam üretiminin tarihçesi üstüne fikir edinebilirsiniz. Çinliler dahil değişik ülkelerden turistler müzeye koleksiyonunu görmeye geliyor.Son zamanlarda bu sayı çok arttı."

Müzenin koleksiyonundaki mamuller değişik dönemlere ait. l8. yüzyılda fabrikada alelade düz camdan mamuller,bu arada altın yaldızlı güzel sürahi,ayaklı büyük kadehler yapılıyordu. Bunları süsleyen oyma desenler gerçek sanat eserleridir.

l9.yüzyılda üretilen cam türleri daha çoktu. Kurşun cam denilen kristal cam üretim teknolojisi, daha da sonra cam oyma teknolojisi geliştirildi. Cam üzerindeki oyma taşlama aracıyla yapılır.Cam mamuller şekli türlü türlü olan oyma resimlerle süslenir.İstidatlı oymacılar,kristal cam mamullerinin güneş ışınlarını yansıtmakla ışıl ışıl parlamasını saglar.Kristal camdan gelen ses çok güzel, İncecik kristal cam kadeh üzerine üflenince melodik ses çıkarır. Şekli farklı olan oymalar cam mamullerine farklı ses kazandırıyor.

l9. yüzylın ortalarında altın ve gümüş taklidi cam dahil renkli katmerli cam üretimine başlandı. Çoğunlukla bu camdan Doğu stilindeki testi,vazolar,kalyanlar üretiliyordu. Bunlar Kuzey Kafkasya ve İran’da takdir ediliyordu.

Sovyet döneminde, ayrıca 20. yüzyılın ikinci yarısında kristal cam ürünleri varlıklı yaşamın belirtisi sayılıyordu.Kristal eşya özenle korunuyordu. Günümüzde kristal cam eşya insan icin gurur kaynağı olmaktan çıktı. Sadece kristal kadehler güzel ses çıkardığı için, süslenmiş Noel ağacı ve şampanya ile birlikte yılbaşı bayramının sembolü sayılır.

Ama kristal ev eşyalarından başka değerli güzel sanat eserleri var. Gus-Hrustalnıy cam fabrikasının görevlileri olan ustalar,parlak eserleri sayesinde Rusya dışında da tanındı. Kristal cam mamulleri Müzesinin koleksiyonu parlak yapıtlarla tamamlanıyor. İtalyan,Fransız,Çek uzmanlar müzeye kristal cam tapınağı derler.

İhtiyar kadının evinde çalacak bir şey bulamayan hırsız, eve para bıraktı

Rusya’da komedi filmlerini arıtmayacak bir hırsızlık olayı yaşandı. Yaşlı bir kadının evine giren hırsız, ihtiyar kadının çok fakir yaşadığını fark edince masasına 500 ruble (20 dolar) bırakarak kaçtı.

Kirovski bölgesinin Sosnovka köyünde yaşayan Zinaida Makarova isimli yaşlı kadın, hırsızın evin her tarafını karıştırdığını, fakat hiç bir şeye dokunmadığını söyledi. Makarova, “Eve girdiğimde birilerin eve girdiğini fark ettim. Tüm çekmece ve sandıkar açılmıştı, çiçekler yere düşmüştü. Polise haber vermek istedim. Fakat bu sırada duvarda 500 ruble ve üzerinde bir kağıt gördüm. Kağıtta 'Babuşka' (nine) bu size geçiminiz için” şeklinde bir not gördüm "dedi.

Yaşlı kadın Makarova, “Anlaşılan benim fakir yaşadığımı gören hırsız, bana acımış" ifadesini kullandı. Rus Life.news haber ajansına konuşan köy bekçisi Anatoli Gorbunov, “40 yıldır emniyette görev yapıyorum, böyle bir hırsızlıkla hiç karşılaşmadım, duymadım. İnceleme yapıyoruz, hırsızın başka olaylara karışıp karışmadığını araştırıyoruz. Fakat dava açmayı düşünmüyoruz” diye konuştu.

Fuad Seferov, Moskova, Cihan

Turist gözüyle St.Petersburg: "Erkekler yere tükürüyor, kadınlar rüküş giyiniyor"


Rusya'nın en turistik kenti olan "kuzeyin başkenti" St.Petesburg turislerde nasıl intiba bırakıyor? Petersburg'da yıllardır turist rehberliği yapan Vladimir Smirnovski, Komsomolskaya Pravda gazetesi için turistlerin kent hakkındaki olumsuz izlenimlerini derledi.

İşte yabancıların gözünde St.Petersburg'un eksileri:

St.Petersburg'da çok fazla sigara içiliyor

St.Petersburgluların bu denli sigara içmesi Avrupalı turistleri hayrete düşürüyor. Kendileri sigara içenler bile kentte hemen hemen her yerde sigara içilebilmesi karşısında şaşırıyor. Bazı restoranlarda sigara içmeyenler için ayrı salon bile yok.

Erkekler yerlere tükürüyor ve sümkürüyor

Bunu ulu orta yapıyorlar. Kentin tarihi mimarisinin en güzel olduğu yerlerde de bunu görmek mümkün. Bu özellikle Sinagupurlu ve Alman turistlerin dikkatini çekiyor. Kaldırımlara tükürenlerin neden cezalandırılmadığını soruyorlar.

Hava tozlu, kent merkezinde çok az ağaç ve çiçek var

Turistlerin birçoğu otomobillerin yaydığı egzoz gazı ve tozdan dolayı yazın kentte nefes almanın güçlüğünden yakınıyor.

Kadınlar çok yüksek topuklu giyiyor

Hemen hemen bütün turistler buna dikkat ediyor. Bazı kadın turistler hayrete düşüyor. Erkeklerin bu daha çok hoşuna gidiyor. Kendi ülkelerinde kadınların ancak bir restorana ya da geceye davetliyken topuklu ayakkabı giydiklerini söylüyorlar. Kadınları her gün makyaj yapmalarına da şaşırıyorlar. Kızların her ortamda çok açık kıyafetler giymelerine de hayret ediyorlar.

Kent merkezinde tuvalet bulmak çok zor.

Metroda istasyon isimlerini İngilizce anons etmiyorlar, kentin yerlileri neredeyse hiç İngilizce bilmiyor.

Ebeveynler çocuklarına çok sık bağırıyor, bazen de dövüyorlar.

2011 yılında 2,5 milyon olan St.Petersburg'u ziyaret eden yabancı turist sayısı geçen sene 5 milyona kadar yükseldi. 2016 yılına gelindiğinde bu sayının 8 milyonu geçmesi bekleniyor.

St.Petersburg'a gelen turistlerin başında sırasıyla Finlandiyalılar, ABD'liler, Almanlar, Fransızlar ve İtalyanlar geliyor.

Kaynak:http://www.turkrus.com/

27 Temmuz 2011 Çarşamba

Yolda “aktif savunma” teknikleri



Moskova trafiğinin nasıl bir kaosa dönüşebildiğini artık neredeyse tüm dünya biliyor. Ama sorun sadece trafik tıkanıklığı değil, bazı sürücülerin dikkatsiz, hatta saldırgan araç kullanması ve bunun yol açtığı can kayıplı kazalar. Bir satış elemanı olarak zamanı yollarda geçen Sergey Moiseyev önce trafikte karşılaştığı sorunlarla baş edebilmek için özel bir okula gitmiş, ardından aynı okulda öğretmenlik yapmaya başlamış. 2001 yılında ise kendi okulunu kurmuş. Şu anda Moskova ve diğer kentlerdeki okullarında 250 öğretmen görev yapıyor ve müşterileri arasında BP, Shell ve Philips gibi dünya devleri bulunuyor.

Peki, okulda ne öğretiliyor? Asıl önemli ders, “araba kullanırken her an herşeye hazır olmak”. Örneğin Moskova sokaklarında direksiyon sallarken kırmızı ışık yanınca otomatik olarak durmamalısınız, çünkü arkadan gelen ve durmaya niyeti olmayan sürücü size kolaylıkla çarpabilir! Ya da duran bir troleybüsün önünden her an bir yayanın çıkmasına hazır olmalısınız. Ya da yanınızdan son sürat geçen dört çeker aracın tramvay yolundan geçerken hızını saatte 5 kilometreye düşürerek arkasındaki araçlara “işkence” etmesine de hazırlıklı olmalısınız.

Moiseyev’in “aktif savunma” adını verdiği derslerin özünü sürücülerin dikkatli davranarak yolda ortaya çıkabilecek sorunları tahmin ederek ya da sezerek başlarını beladan uzak tutabileceği varsayımı oluşturuyor. Moiseyev, ehliyet sahibi olmakla araba kullanabilmenin farklı kavramlar olduğunu da belirtiyor ve özel sürücü okullarında dönen rüşvet olaylarına dikkat çekiyor.

Rakamlara göre trafik kazalarında azalma olsa da Rusya bu alanda dünya sıralamasında hala en önlerde. 2004 yılında Rusya’daki trafik kazalarında toplam 34 bin kişi hayatını kaybetmiş, 2010’da ise bu rakam 26 bine kadar düşmüş. Moskova’da geçen yıl toplam 11.757 kaza meydana gelmiş ve 762 kişi hayatını kaybetmiş. Rusya çapında 2010’da sarhoş sürücüler 12 bine yakın kazaya yol açmış ve iki bine yakın kişi ölmüş. Bu arada polisin sarhoş yakalanan sürücüleri bırakmak için istediği rüşvet de 300 bin rubleye, yani 10 bin doların üstüne çıkmış durumda.

Bir diğer sorun sürücülülerin trafik konusuna gayri ciddi yaklaşması. Örneğin yeni yapılan bir ankete göre arabada çocuk koltuğu bulundurmanın ciddi bir suç olduğunu sadece yüzde 2.4’lük kesim düşünüyor.

Kaynak :http://www.moskovalife.com/

Beyaz gecelerde Moskova


Nedim Gürsel
Hürriyet


Sovyetler Birliği’nın dünyayı titrettiği yıllarda Moskova tarihi eserleri, anıtlarıyla anılan başkentten çok ideolojik merkeze benzerdi. Soğuk Savaş döneminin krizlerinde tüm dünya Washington’la Moskova’yı nefesini tutarak izlemişti.

Bugün Moskova tüm Rusya’daki zenginliğin yüzde 80’ini barındıran bir dünya metropolü. Çekici, merak uyandırıcı ve çok canlı. Caddelerinde, meydanlarında büyük çelişkiler içiçe. Bir yanda çılgınca harcanan servetler, diğer yanda yoksullar; bir yanda şen kahkahalar atan dünya güzeli şık kızlar, diğer yanda toplu ulaşım araçlarındaki yoksul, bezgin yüzler; bir yanda Stalin döneminin asık yüzlü binaları, diğer yanda gökdelenler, alışveriş merkezleri. 28 yıl arayla ikinci kez geldiğim şehirde, dünü ve bugünü karşılaştırdım.

Bu üçüncü gelişim Moskova’ya, ilkinde Paris’ten bir Tupolev’e binmiştim, yalnızca uçak değil zaman da eskiydi, yani Brejnev döneminin sonları. Bir varmış bir yokmuş gibi, Sovyetler Birliği dağılmadan önceydi, 1983 kışı. Nâzım Hikmet’in izini sürmüştüm 10 gün boyunca, kentin altını üstüne getirmiştim... “Puşkin Alanı” adlı öyküm, Leningrad’ı da kapsayan bu ilk yolculuğun ürünüdür. “Raskolnikov’un Odası” ile Seyir Defteri’nde Moskova üzerine yazdıklarım da. Soyuz Psateley, yani Yazarlar Birliği’nin konuğuydum. Yalnız dolaşmam pek mümkün görünmüyordu. Resmi bir programım, otomobil ve şoförüm, bir de rehberim vardı. O zaman bugünkü gibi hayvansı bir enerji saçmıyordu Moskova, caddelere özel araçlardan, Mercedes ve ciplerden çok kamyonlar hâkimdi. Lenin’in, Dirjinski’nin heykelleri yerlerinden sökülüp nehir kıyısındaki o küçük parka konulmamış, gökdelenler ve alışveriş merkezleriyle lüks mağazalar açılmamıştı. Adım başında pizzacılar, Mc Donalds’lar, herhangi bir Batı metropolünde görebileceğiniz sık kahveler yoktu. Yine de, bugünkü gibi şık ve güzeldi Moskovalı kadınlar. Yoğun, taş yapılar, külüstür tramvaylar ve her durağı küçük bir sarayı andıran, koridorlarından telâşlı bir kalabalığın sel gibi aktığı metro vardı ama. Bürokrasi de vardı, hem de şimdikinden bin beteri.

YAZARLARINI SEVEN ŞEHİR

Uçaktan çıkışta havaalanında alıkonulan pasaportumun akıbetini beklerken iki Aeroflot uçağı peşpeşe aprona yanaştı. Birinin Gogol’dü adı, öbürününki Essenin. Uçaklarına yazar adları veren bir ülkeye öfke duymamam gerektiğini düşündüm. Ve aynı şeyi yapmak için Türk Hava Yolları’nın daha ne beklediğini kendime sormadan edemedim. Her iki yazarın da heykellerini görememiştim geçen gelişimde.Rusya’nın Paris başkonsolosluğundan büyük çileyle aldığım vize sayesinde bir sorun yaşamadan girebilmiştim. Ne var ki, pek az kalabilmiştim Moskova’da. Yasnaya Polyana’ya, Tolstoy’un yüzüncü ölüm yıldönümü kutlamalarına davetliydim. “Önce,” diye geçirdim içimden, “Derin Rusya’nın lirik ve melankolik şairi, genç yaşta canına kıyan Essenin’in Tverskoy Bulvarı’ndaki heykelini görmeliyim, sonra Arbatskaya’daki Gogol’ün heykelini.” Ölü Canlar’ın yazarının Moskova’da bir değil iki heykeli olduğunu okumuştum rehberde. Her ikisini de gidip görmeli, yazarın dünyasına bu heykellerin yol açtığı çağrışımlar sayesinde girmeli, olağan dışı kahramanlarıyla tanışmalıydım. Sofya’da yazdığı bir şiirinde “Sofya şehri büyük mü? / Şehirler, gülüm, caddeleriyle değil / Anıtını diktiği şairleriyle büyük oluyor / Sofya büyük şehir” diyor Nâzım Hikmet. Öyleyse Moskova da büyük şehir. Rus halkının gözbebeği olduğu için değil ama, halkın ona Matruşka, yani “Annecik” dediği için de değil. Moskova’nın büyüklüğü yazarlarına verdiği önemden kaynaklanıyor bana kalırsa.
Moskova büyük ölçüde tezatlar kenti ve ilk bakışta, New York’ta olduğu gibi çirkinliğin görkemi hemen göze çarpıyor. Son model lüks otomobillerin kelle götürürcesine, köhne troleybüslerle otobüslerinse dura kalka ilerledikleri geniş caddelerin alt geçitlerinde çiçek, meyve ya da yavru kedilerle köpekler, tavşanlar satan yaşlı kadınlar da görebilirsiniz burada, lüks mağazalarda küstahça para harcayan aşırı makyajlı, mini etek ya da dar pantolonlu genç ve güzel kadınlar da. Rusya’nın tüm zenginliğinin yüzde 80’i Moskova’da toplanmış durumda, buysa hem eşitsiz bir gelir dağılımının hem de paranın gücünün göstergesi. Ve dağılma sürecinden, darbe girişimlerinden sonra devlet otoritesini yeniden kurmayı başaran Putin’e oligarşinin sağladığı desteğin. Kuşkusuz bu nedenle Rus halkının büyük çoğunluğu için aile ve din gibi geleneksel değerler büyük önem taşıyor. İnsan hakları, düşünce özgürlüğü, laiklik gibi demokrasinin vazgeçilmez unsurlarınıysa, aydınların dışında fazla umursayan pek yok. En azından uçakta okuduğum İngilizce gazetenin yaptığı bir soruşturmanın sonuçları bu yönde.

STALİN’İN YEDİ KOCAKARISI

Moskova’da caddeler uçsuz bucaksız, çok geniş. Yürürken hem yoruluyor hem de yoğun, taş yapıların görkemi altında ezildiğinizi hissediyorsunuz. Bazıları Türk müteahhitlerce dikilen gökdelenlerle alışveriş merkezleri de var. Bu gidişle çelik ve cam taşın yerini alacağa benziyor, ilk gelişimde bindiğim tramvaylarsa tedavülden kaldırılan taşıtlar arasında. Yerlerini eski mi eski, trafik keşmekeşini daha da içinden çıkılmaz hale getiren mavi-beyaz troleybüsler almış. Moskova’nın neredeyse 200 yıldan fazla, bizim “Deli,” Ruslarınsa “Büyük” olarak nitelendirdikleri Çar Petro’nun kenti St. Petersburg’un gölgesinde kaldığı söylenebilir. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra Lenin yeni devletin merkezini başkent St. Petersburg’dan buraya taşıyınca sosyalist estetik kentin eski mimari dokusunu da büyük ölçüde değiştirmiş. Örneğin “Bıyıklının Piramitleri” diye anılan ünlü gökdelenler, tepelerindeki kızıl yıldızla birlikte Moskova’nın silüetine eklenmiş. Bunlara, ideolojik görüşünüze göre “yedi güzeller,” ya da estetik anlayışınız komünizmden nasibini almamışsa, “yedi kocakarılar” diyebilirsiniz. Öte yandan tek ya da iki katlı, çoğu 18’inci yüzyıldan kalma, bahçe içinde evler de var hâlâ. Ve bir zamanlar soyluların oturduğu saraylar. Bunlara soğan biçimindeki kubbeleri, sarı, mavi, beyaz, fıstık yeşili, vişne çürüğü duvarları ve çan kuleleriyle kiliseleri de ekleyebilirsiniz. Kremlin’se başlıbaşına bir başka dünya.
Rusçada “kale” anlamına gelen Kremlin tarih boyunca Moskova’nın kalbi olmuş. Hem siyasi hem ticari ve ruhani anlamda, kentin nabzının attığı mekâna dönüşmüş. Kurulduğundan bu yana Rusya’nın dört bir yanından, batıda Smolensk, kuzey batıda Novgorod, güneyde Riazan, kuzey doğuda Suzdal ve Rostov’dan gelen yollar burada, kente adını veren Moskova Irmağı’nın yamacına tüneyen Kremlin’in orta yerinde kesişir olmuş. Kızıl Meydan, Lenin’in kabri ve ilk Sovyet hükümetini barındıran senato, görkemli salonlarla hizmetkârların kaldığı müştemilât yapıları, surlar, mazgallar, kuleler, dar ve geniş alanlarla saraylar, duvarlarında freskler uçuşan, ikonalar parıldayan binbir kubbeli kiliselerle manastırlar, eğri ve dikey çizgilerden oluşan benzersiz, tuhaf ve o ölçüde büyüleyici bir mimari. Bütün bunlar Kremlin hakkında belli bir fikir verebilir belki, ama Rus tarzı bir külliyenin nasıl oluştuğunu anlamak için tarihin derinliklerine dalmak gerek. Bozkırdan gelen Tatar akınlarını, yağma ve yangınları, salgın hastalıkları, papazlar, boyarlar ve hanedanların kavgalarını, nasıl derler, bir sinema şeridi gibi gözünüzde canlandırmak, zenaat ehlinin dükkânlarıyla astrakan kürklü tüccarları, yoksul mujikleri, Romanof’ların paha biçilmez hazinelerini de hayal etmelisiniz. Ve, elbette, Sergei Eisenstein’ın unutulmaz görüntülerinde ölümsüzleşen Korkunç İvan’ın, kendi oğlu da dahil, işlediği cinayetleri.

TEMELİ ŞARAPLA SULANMIŞ

Çar Büyük Petro, St Petersburg’u yoktan varedip imparatorluğun başkenti ilân edene dek Rusya tarihiyle özdeşleşmiş Kremlin, aradan 200 yıl geçtikten sonra Lenin’in Moskova’yı yeniden başkent yapmasıyla 20’nci yüzyıla damgasını vurmuş. Bir simge, güzel bir ütopya olarak. Geçen yüzyılda bu ütopyanın peşine takıldı emekçi kitleler, “kızıl yıldız”a koşan aydınlar da aralarında geleceğin sınıfsız, mutlu toplumunu kurmak üzere komünist partilerin öncülüğünde harekete geçti. Kendi hapishanelerini, esirliklerini, kendi felâketlerini hazırladıklarının farkında bile olmadan. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla sona erdi bu ütopya, artık başka bir dünyada yaşıyoruz. Yeni bir dönemin, yeni felâketlerin, dinsel ve muhafazakâr değerlerin siyasi ideolojilerin yerini aldığı yeni bir yüzyılın eşiğindeyiz.
Moskova ile Neglinnaya ırmaklarının geniş menderesler oluşturarak kıvrıla büküle, bulana durula akarken kavuştukları, bir zamanlar çam ve kayın ormanlarıyla kaplı tepeye kurulmuş Moskova. Tarihçiler kentin kuruluş efsanesini Prens Dolgoriki onuruna 4 Nisan 1147’de verilen bir şölene bağlıyor. Kiev prensi, bugünkü Kremlin’in bulunduğu yere ahşap bir kale kurulması için emir verdiğinde biraz çakır keyifmiş. Her halde bu nedenle, yani temelleri şarapla sulandığı için, o gün bugündür içkiye bunca düşkün olmalı Moskovalılar. Komünizm döneminde nutuklar atılıp devrimin şerefine votka kadehleri kaldırılırdı. Şimdi bira tüketiliyor daha çok, alt geçitlerde geceleyin geç vakit, sigaradan tatar böreğine, incik boncuktan giyime her türlü malın satıldığı avuç içi kadar dükkânlar kapandıktan sonra sarhoşlar sahne alıyor. Ve sabaha dek peş peşe yuvarlıyorlar bira şişelerini. 1983 kışında parkta yan yana yürüyen üç adam görmüştüm. Karların içinde yalpalıyorlardı. Hiçbir şey atıştırmadan sırayla yudumluyorlardı ellerindeki votka şişesini. Şişe bitince dağıldılar. Belli ki bakkaldan ortaklaşa satın aldıkları votkaydı onları bir araya getiren. İçki fiyatlarına Brejnev döneminde bile zam gelince çözümü “dayanışma ve paylaşma ideolojisi”nde bulmuşlar, kısa süre için de olsa, onlar da rejim gibi komünizmde karar kılmışlardı.

DUMAS, DELHİ’YE BENZETMİŞTİ

19’uncu yüzyılda Moskova’ya yolu düşen Avrupalı yazarların kentin Doğu’ya özgü havasından etkilendikleri, Ortodoks kilise ve manastırların rengârenk görüntülerinde oryantal bir çekim gücü buldukları, hatta bu durum karşısında büyülendikleri
söylenebilir. Örneğin Alexandre Dumas, Moskova’yla ilk karşılaşmasını şöyle anlatıyor:
“Minare biçiminde altın çan kuleleri güneşte parıldıyor, Doğulu bir köşk, Hint tarzında bir kubbe Delhi’deymişsiniz izlenimi uyandırıyor.” Yazar kentin İstanbul’dan sonra Avrupa’nın ikinci büyük merkezi, daha doğrusu köyü olduğunu söylemekten de kendini alamıyor: “Parkları, barakaları, gölleri, bataklık alanları ve buralarda kanat vuran yırtıcı kuşlarıyla, karga ve tavuklarıyla Moskova bir kentten çok büyük bir köyü andırıyor.”
Moskova’ya ilk kez 1929’da gelen Curzio Malaparte’yse kentin geçirdiği değişimi 1956’da şöyle dile getiriyor: “Kuzey Avrupa havasında modern bir kent, 27 yıl önce gördüğüm binbir kubbeli oryantal yapıların, yeşil, kırmızı, sarı, mavi seramiklerin yerini almış.”
Malaparte haklı olarak Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Turgenyev ve Çehov’un yapıtlarından aşina olduğu Moskova’yı tanımakta güçlük çektiğini belirtiyor. Ve kenti, Stalin döneminden önce de ziyaret etmiş olduğu için kendini şanslı sayıyor. Bu, komünizmin şehircilik ve estetik anlayışının tümüyle kötü olduğu anlamına gelmez elbette. Stalin’in buyrukları, dayatmalarıyla bugünkü görünümünü alan Moskova yürümekle bitmeyen caddeleri, beyaz taş yapıları, göğe tırmanan piramitleri ve o kendine özgü gizemiyle benzeri olmayan bir kent. Asfalt ve betonun saldırısına yeterince karşı koyamadığı için güzel değil belki, ama çekici. Merak uyandırıcı. Ve çok canlı. 15 milyona yaklaşan nüfusuyla gerçek bir metropol. Bunun için Arbat’ta bir kahve terasına oturup gelen geçenlere bakmak yeterli, yerin yedi kat dibine, metroya inmeye gerek yok.

AKIL ÇELEN GENÇ KIZLAR

Dün Arbat sokağındaki kahvelerden birinde otururken gördüm genç kızları. Yanık ya da beyaz tenli, güzel gövdelerini cömertçe sergiliyorlar, iğne topuklu yüksek ökçeleriyle arz-ı endam ediyorlardı. İnsana “bu kadar da olmaz” ya da “bu güzellik insanoğlunun tabiatına aykırı” dedirtecek kadar havalı, haydi o beylik deyimle söyleyeyim, “yollu”ydular.
Rostov Caddesi’ndeki o küçük parkta, kayınların arasından gördüğüm Moskova, bu nehir yolculuğuyla birlikte başka kentlerde, daha değişik coğrafyalarda belleğime nakşolan manzaralarla birlikte yaşayacak bende. İstanbul, Paris, Venedik, Berlin yalnızca kitaplarımın değil şu ahir ömrümün de bir parçası oldu. Moskova da öyle. Ancak üçüncü gelişimde farkına varabildim bu gerçeğin. Belki bir gün Puşkin’in, Lermontov’un, Mayakovski’nin, Yesenin’in, Nâzım Hikmet’in, bir biçimde Moskova’ya yolu düşmüş ve bu topraklarda yatan tüm şairlerin de kentle ilişkisini anlatırım. Şimdilik benden bu kadar.

BEYAZ GECELERDE HAVA KARARMIYOR GENÇLER GEMİLERDE EFKAR DAĞITIYOR

Türkiye Büyükelçiliği’nin de bulunduğu Rostov Sokağı’nın hemen yanındaki küçük parktan güzel bir görünümü var Moskova’nın. Kentin yeni yüzü, ırmağın öteyakasındaki Kiev Garı’na bitişik alışveriş merkezi ve daha uzaktaki gökdelenlerle biçimleniyor. Sağda, akça pakça ve artık tek partinin değil halkın iradesini simgeleyen parlamento binasıyla birkaç Sovyet tarzı konut, solda, taş yapıların arasına sıkışıp kalmış kırmızı beyaz bacalı bir fabrika ve hemen aşağıda, dik yamacın bitiminde Moskova Irmağı var. Irmağın üzerindeyse bir aşağı bir yukarı gidip gelen yassı gemiler. Moskovalı gençler hafta sonu bu gemilere binip efkâr dağıtıyor. Aralarında başka kentlerden gelenler, birkaç turist de oluyor ama çoğunun Moskova’da yaşadığı hal ve davranışlarından, bir de giyinişlerinden belli. Oysa görecek fazla bir şey sunmuyor gezinti. En azından, gençlerin peşine takılıp seçtiğim ucuz güzergâhta ırmağın sol yakası boyunca parka dönüştürülmüş kayın ormanından ve sağda eski, taş yapılardan, toplu konutlarla cadde ve sokaklardan başka bir şey göremiyorsunuz. Kremlin’in surlarıyla kızıl kuleleri, rengârenk kubbeli kiliseleri uzaktan da olsa seçilmiyor. Gençler, ellerinde bira ya da votka şişeleri, kafayı bulduktan sonra sarmaş dolaş ırmağın akışına, daha doğrusu geminin suda aheste ilerleyişine bırakıyorlar kendilerini. Dünya umurlarında değil. Akşamın geç vakti de olsa hava bir türlü kararmıyor. Hâlâ süt beyaz aydınlığın, beyaz Moskova gecelerinin içindesiniz. Güvertede karşı be karşı oturduğunuz gençlerin arasında öyle güzel, sarışın ya da esmer ama çoğu mavi gözlü o kadar tatlı kızlar var ki ister istemez derinden bir “ah!” çekmek geliyor içinizden. Hatta, ömrünün son yıllarını bu kentte tüketen Nâzım’ın ağzından “seyreyle dur ihtiyar!” da demeniz işten değil, eğer sizin de buzlu bir votka kadehi varsa elinizde. Ve içinize düşen bir damla ateş, bir yudum hasretse.

ŞEHRİN GURURU, MÜZE GİBİ METRO

Moskova Metrosu bir ulaşım aracı değil yalnızca, anıtsal bir mekân. Ve hâlâ “rejimin medar-ı iftiharı”. Yapımına 1930’larda başlanan metro gerçekten yerin yedi kat altında ama cehennemle bir ilgisi yok. Dünyanın başka kentlerinde bir köstebek ağı oluşturan metrolardan çok farklı. Hatta bazı durakların mermer kaplı duvarları, tunç yontuları, sütun ve kemerleri, Rusya tarihini tasvir eden mozaik süslemeleriyle bir müzeyi ya da, abartmıyorum, küçük bir sarayı andırdıkları söylenebilir. Binlerce gönüllünün alın teriyle yapılan Komsomolskaya örneğin ya da Kiev Garı’yla bütünleşmiş, üç hattın kesiştiği Kievskaya. Çoğu işçiler tarafından kaleme alınan metro yapım öykülerinin başlı başına bir külliyat oluşturduğunu da belirtmeliyim. Henüz ilk hat hizmete girmeden, 1930’lardan itibaren kitapçı raflarında boy göstermeye başlamış bu destansı öyküler. Emeği bir değer olarak yücelten, insanoğlunun doğayla savaşımını tasvir eden, yeraltında binbir güçlükle tüneller açarken yalnızca çevreyi değil kendini de değiştiren proletaryanın zaferi yalnızca kitaplarda değil, metro bittikten sonra siyasilerin attıkları nutuklarda da dile getirilmiş. Örneğin inşaatın baş sorumlusu Kaganoviç’in Stalin’in de hazır bulunduğu açılış töreninde yaptığı konuşmada söyledikleri:
“Metromuz olağanüstü gerçekten, çünkü yalnızca mermerden, granitten ibaret degil; demir ve betondan da ibaret değil. Her mermer, her granit, her demir ve beton parçasında, her merdivende yeni insanın ruhu var. Moskova metrosu sosyalist topluma olan aşkımızın ve bu uğurda dökmeye hazır olduğumuz kanımızın ispatıdır.(...) Metropolitenin zaferi aslında sosyalizmin zaferidir.”
Yapımı bittikten sonra halkın görüşlerini yazması amacıyla metro girişlerine konulan defterlerden birindeyse şu satırlar yer alıyor:
“Metromuzla ne kadar övünsek azdır. Böyle bir mucizeyi gerçekleştirdiği için Parti’ye ve sevgili Stalin’e çok şey borçluyuz. Ona hayatımız feda olsun!”
Günde 10 milyon kişinin, yani Londra ve New York metrolarının toplamından daha fazla yolcunun doldurduğu koridorlarda, sabah ve akşam saatlerinde bir insan seli akmaya başlıyor ki görülmeye değer. İki, üç dakika arayla gelen trenlerin hızı, bazı hatlarda saatte 100 kilometreyi buluyor. Ve Moskova, haklı olarak, bir ulusal kahramanmış gibi, metrosuyla gurur duyuyor. Çünkü İkinci Dünya Savaşı yıllarında yalnızca sığınak işlevi görmemiş bu görkemli, geniş ve derin metro. Stalin’in başkanlığında toplanan genelkurmay karargâhını da barındırmış. İşgalci Nazi ordularını bozguna uğratan savaş plânları Mayakovski ve Cistiye Prudi duraklarında hazırlanmış. Cepheye giden Kızıl Ordu askerlerine Stalin buradan seslenmiş. Günümüzde balkon konuşmaları geçerli, siyaset artık gökyüzüne taşındı. Oysa bir zamanlar kahramanlık yeraltındaymış, yeryüzünde değil.

Kurtarıcı İsa Kilisesi küllerinden yeniden doğdu

Kent merkezinde, Moskova Irmağı’na bakan geniş alanın ortasında eski tarz yapılmış yeni bir kilise var. İçi pırıl pırıl mermer, tavanda freskler duvarlarda ikonalar rengârenk. Haç çıkarıp Kurtarıcı İsa’ya mum yakanlar bir hayli kalabalık. Kilisenin adı da “Kurtarıcı İsa” zaten, benzerlerinden farkı, hem yeni olması hem de Engels’in nasılsa hâlâ kaldırılmamış devasa heykeline meydan okur gibi yukardan bakması. Doğanın Diyalektiği’nin yazarından bir tür öcalış mı bu, yoksa yöneticilerin Marksizmden değilse bile materyalizmden hâlâ tümüyle vazgeçmediklerinin bir göstergesi mi? Boris Pilniak, Akaju adlı kitabında Ekim Devrimi’nden sonra sökülen kilise çanlarının eritilip demir döküm sanayiinde kullanıldığını yazar. Bulundukları yerden vinçlerle indirilen çanların yere yuvarlanırken çıkardıkları sesleri can çekişenlerin haykırışlarına benzetir:

“Çelik tellerin üzerinde kayarken hıçkırıyordu çanlar, haykırışları kentin derin göğünde yankılanıyordu.”

O zamandan bu yana çok şey değişti buralarda, artık çanlar değil devrim liderlerinin heykelleri yerlerinden sökülüyor. Engels’inkine nasılsa dokunmamışlar ama şöyle okkalı, doğru dürüst bir Marx heykeli göremediğimi de itiraf etmeliyim. Yalnızca Kurtarıcı İsa Kilisesi değil Moskova’nın 800 kilisesinden neredeyse yarısı komünizm döneminde yok edilmiş. Peki sonra ne olmuş? Kurtarıcı İsa başta olmak üzere bu kiliselerden bazıları yeniden yapılmış. Moskova’nın orta yerinde, çok geniş bir alanı kaplayan bu kilisenin tarihi de, küllerinden doğan Anka kuşunun öyküsü kadar ilginç.

Napolyon güçlü ordusuyla Moskova önlerine kadar gelmiş, hatta kenti ele geçirmişti biliyorsunuz. Moskovalılar evlerini, barklarını bırakıp gitmişti. Derken bir yangın çıktı. Moskova’nın neredeyse tümü, Fransız ordusunun erzak stokuyla birlikte yanıp kül oldu. Peki kim çıkarmıştı bu yangını? Ruslara sorarsanız “vahşi Fransızlar,” Fransızlara sorarsanız aşırı vatansever Ruslar. Tolstoy, Savaş ve Barış’ta yangının ahşap evlerde, yanan ocaklar ve içilen pipolardan çıktığını yazar. Şöyle ya da böyle, kent tarihinde bir dönüm noktası sayılan yangın nedeniyle Napolyon geri çekilmek zorunda kaldı. Kış bastırınca da askerleri açlık ve yorgunluktan eridi gitti. Bu zaferin anısına, Avrupa’yı titreten, kralların taçlarını başlarından düşüren Napolyon’un zorbalığına boyun eğmeyen Rus halkı ve onun kurtarıcısı İsa için, Çar Birinci Aleksandr’ın buyruğuyla yapımına başlandı Kurtarıcı İsa Kilisesi’nin (1837), nice emek ve gözyaşından sonra ancak 1883 yılında bitirilebildi. Tam 300 metre çapındaki altın kubbesiyle uzun süre Moskova semalarında parıldamaya devam etti. Devrim ertesinde bazı manastırlarla kiliseler kapatılırken o bulunduğu tepeden kente meydan okuyordu. Pasternak, Doktor Jivago’da, o yıllarda hâlâ Moskova’nın simgesi olan bu görkemli anıtı şöyle anlatıyor:

“Jivago ve Vassia, NEP’in (Yeni İktisat Politikası) başlarında, 1922 yılı ilkbaharında Moskova’ya geldi. Hava yumuşak ve aydınlıktı. Kurtarıcı İsa Kilisesi’nin kubbelerinden yansıyan güneş ışığı yer yer taştan fışkıran otlarla kaplı geniş alana düşüyordu.” Ne var ki 1931 yılında Stalin yıktırdı bu kiliseyi, biliyorsunuz o dönem “Bıyıklı”nın, üzerlerinde soğan kubbeler değil kızıl yıldızlar parıldayan gökdelenler diktirdiği bir dönemdi ve Moskova piramitleriyle övünüyordu. Bugün hâlâ ayakta o piramitler, kentin ayrılmaz bir parçası. Ama Kurtarıcı İsa’yı Stalin’in hışmından kurtaramadı Moskovalılar. Yerine, tepesindeki 100 metrelik Lenin heykeliyle dünyanın en yüksek binası olması öngörülen Sovyetler Sarayı’nın yapılmasını da boşuna beklediler. Savaş patlak verince bir türlü gerçekleşmedi bu proje. Berlin Duvarı’nın yıkılıp Sovyetler Birliği’nin dağılmasını izleyen yıllarda kentin yeni belediye başkanı Youri Lujkov çok masraflı olacağı gerekçesiyle muhalefetin ve halkın büyük çoğunluğunun itirazlarına rağmen, devletin kasasından tam 200 milyon dolar harcayarak Kurtarıcı İsa Kilisesi’ni eski konumuna kavuşturdu. O da, “Bıyıklı”nın piramitleri gibi ya da onlara inat, Moskova’nın ayrılmaz bir parçası artık.

22 Temmuz 2011 Cuma

Kompozitör Karen Haçaturyan aramızdan ayrıldı


Halk sanatçısı, piyanist ve besteci Karen Haçaturyan 91 yaşında Moskova’da hayata gözlerini yumdu.

19 Eylül 1920’de doğan Karen Haçaturyan, ünlü kompozitör Aram Haçaturyan’ın kardeşi Suren Haçaturyan’ın ailesinde dünyaya geldi. 1949 yılında Moskova Konsevatuvarından mezun oldu. Bir yıl sonra sinemada kompozitör olarak çalışmaya başladı.

Birkaç film ve çizgi film için yazdığı müzik eserleri ona ün getirdi. ″Chipolino″ Balesi için yazdığı eser onun başlıca eserlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kompozitör, Afrika’daki Zanzibar ve Somali devletlerinin milli marşlarının da bestekarı aynı zamanda.

Karen Haçaturyan, 21 Temmuz’da Moskova’da düzenlenen törenin ardından son yolculuğuna uğurlandı.

Gorki Park























250 yıllık parkın öyküsü

Gorki Park’ın geçmişi 1753 yılına kadar uzanıyor. O zaman sadece “Neskuçnıy Sad” bölümününden oluşuyordu, devrimden sonra 1923 yılında şimdi parkın olduğu yerde bir çeşit fuar kurulmasına karar verildi. 1928 yılında ise iki mekanın birleştirilmesiyle “Gorki Park” doğdu. 109 hektar alana yayılan park uzun süre Moskovalıların uğrak yeri oldu.




Ancak bu durum son yıllarda değişti, kalitesiz ortamı ve yiyecekleriyle park büyük prestij kaybetti, halk artık gelmemeye başladı. Hatta, parkın adı sarhoş gençlerin taşkınlıklarıyla anılır oldu. Ancak yıl başında yeni yönetimin işbaşına gelmesiyle işler değişmeye başladı. Şimdi Rus basını ağız birliği etmişcesine “Parkın yeni halini görmekte yarar var” diye yazıyor.

Parkın önünden geçen nehirde henüz yüzmeye izin verilmiyor ama iki de plaj var. Ayrıca parkın her köşesinde kablosuz internet bağlantısı ücretsiz sağlanıyor.

Resmi adı: Gorki Kültür ve Dinlence Parkı.

Çocuklar herşey sizin için

Belli ki, parkın çocuklara ait bölümünü tasarlayan kişinin de çocukları var. Çocukların ilgisini çekenlerin başında Moskova’nın en uzun kumsalı
geliyor. Çocuklar burada diledikleri gibi oynayabilir. Az ileride ise küçüklerin sanatsal yeteneklerini geliştirebileceği mekanlar var. İsteyenler değişik figürleri boyayabilir, isteyenler de renkli kumları şişeye koyabilir. Bunun için ders almak isteyenlerin saati 300-350 ruble ödemesi gerekiyor. Tabii parktaki lunaparkı da unutmamak gerekiyor. Burada bilet fiyatları 40-250 ruble arasında değişiyor...

İsteyene her türlü spor...

Parktaki en önemli faaliyetlerin başında spor geliyor, burada çok farklı spor dallarıyla uğraşmak mümkün. Arzu edenler için salıları saat 20.00’de, pazarları ise saat 10.30’da “World Class” uzmanlarının denetiminde fitness yapmak mümkün”. İsteyenler bisiklet kiralayabilir ilk saat 200 ruble, ondan sonraki saat başına 100’e ruble. Ayrıca 1500 ruble kapora bırakmak gerekiyor. Gorki’de Avrupa’daki parklarda olmayan “velomobil” adındaki yedi kişilik bisikleti yarım saati 500 rubleye kiralamak da mümkün.

Ayengar uzmanlar meraklılara ücretsiz yoga dersi de veriyor. Dersleri Salı günleri 10.00 ve 19.00’da, Cumartesileri ise 15.00’de.

Çin cimnastiği yapmak için Salı günleri 19.00’da, Cumartesileri ise 11.00’de parkta olmak gerekiyor.

Tenis meraklıları dikkat! Parkta 350 rubleye kort kiralamak mümkün. Bu, Moskova’daki en ucuz rakam.

Parkta satranç ve masa tenisi oynamak ve patenle kaymak da mümkün. Yakında da futbol sahası hizmete girecek.

...İsteyene göbek dansı!..

Gorki Park’ta dans meraklıları da unutulmamış. Arzu edenler için perşembeleri 19.00 ve 20.00’de, Cumartesi günleri ise

17.00 ve 18.00 saatlerinde dersler var. Ders veren hocalar arasında ekrandaki “Yıldızlarla Dans” programından Yevgeniy Papunaişvili ile Rusya Göbek Dansı şampiyonu Natalya Dolgaçeva da var. Yani, göbek dansı öğrenmek isteyenler de unutulmamış. Ayrıca, parkın bazı yerlerinde tango ve vals meraklıları toplanarak akşam saatlerinde dans ediyor.

Sovyet dondurması da var

Eskiden parkta yemek yemeden önce iki kere düşünmek gerekirdi ama bu durum artık değişti. Park alanı içinde değişik zevklere hitap eden yeni yerler açıldı.Kafe ve lokantaları ziyaret etmeyi düşünmüyorsanız bile “Gorki Park dondurması”nı mutlaka tatmalısınız. Fiyatı 50 ruble, yani çok ucuz değil ama Moskova’da eski olan yabancılar hatırlayacaktır, Batılı dondurmalar gelmeden önce halk Sovyet dondurmasını çok severdi, tadı nefisti. İşte, bu da benzer tatta, içinde koruyucu ve renklendirici kullanılmamış bir dondurma.

Kaynak: http://www.moskovalife.com/

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Moskova'da bir kilisenin düşündürdükleri


Haşmet Babaoğlu
Sabah


Kızıl Meydan'ın bir ucunda...
Uzaktan bakınca biraz süslü bir pastayı biraz da dev bir oyuncağı andıran bir bina vardır.
Rengarenk şeritlerle kaplı sekiz kubbeli bir katedraldir bu bina.
Aziz Vasili Katedrali.
Kızıl Meydan fotoğraflarında hemen dikkat çektiği için birçok kişi bu katedrali Kremlin Sarayı zanneder.
Tam 450 yıl önce 12 Temmuz'da ibadete açılan katedral şimdi kutlamalara sahne oluyor. Öyle böyle değil, dört ay sürecek kutlama etkinlikleri.
Sergiler, konserler, gösteriler...

***
Merak bu ya...
Acaba, diyorum, dünyaca ünlü korolar Matta İncili'nden bölümleri seslendirecekler mi?
Büyük ihtimal!
Mesela Matta 26.52'de anlatılan olay..
Hani Hz. İsa tutuklandığı sırada yanındakilerden biri kılıcını çekip askerlerin üzerine yürüyünce...
Ona "Kılıcını yerine koy." demiş; "Kılıçla yaşamaya kalkan, kılıçla ölür."
Mesela...
Ünlü tenorlar ve sopranolar...
"Ne mutlu merhamet edene ki, ona merhamet edilecek!" ve "Ne mutlu barış yapanlara ki, onlara Tanrı'nın çocukları denecek!" ayetlerini ilahi olarak okuyacaklar mı?

***
Oysa biliyor musunuz? Bu sevimli bina aslında bir savaş anıtıdır.
Korkunç Ivan, Kazan ve Astrahan Hanlıklarına karşı kazandığı zaferleri "ölümsüzleştirmek" için yaptırmıştır bu katedrali.
O sekiz kubbe, sekiz ayrı zaferin sembolüdür.
Peki Hz.İsa' nın "yolu" nun saltanat zaferleriyle ne ilgisi olabilir ?
Buz gibi soğukta bile çıplak tenine giydiği bir hırkayla dolaşmasıyla tanınan ve katedrale adı verilen keşiş Aziz Vasili'yle Korkunç İvan'ın gaddarlıkları arasında nasıl bir bağ olabilir?
Şu sıralarda bütün haber kanalları ve gazetelerin dış haberler sayfalarında karşınıza çıkacak bu konuyu niye köşeme taşıdım, anladınız değil mi?
Sizleri...
Saltanat ve dinin yan yana gelişiyle oluşan "akıl tutulmaları" hakkında bir parça olsun düşünmeye kışkırtmak istiyorum.
Kabul! Bütün insanlık tarihi böyle geçmiştir ama düşünmek için bir yerden başlamak gerek!

***
Hz. İsa sürekli barıştan söz etmiştir; yeryüzünden ayrılırken arkasında kalanlara "Size benden barış bırakıyorum." demiş bir peygamberdir.(Burada konumuz Hristiyanlar! Dolayısıyla konuya "bir İslam peygamberi olarak Hz.İsa" açısından yaklaşmıyorum ama bizim gözümüzde de Hz. İsa barış ve sevginin apaçık sözcüsüdür.)
Ama gelin de bunu saltanata, devlete, iktidara anlatın.
Saltanat (devlet) kurumu gerçekten inançlı olabilir mi? Yoksa yapısı gereği saltanatın inancı yalan mıdır?
Yeryüzü iktidarları ve vahiy gelenekleri birbirleriyle gerçekte uzlaşabilirler mi?
Bu soruları Aziz Vasili Katedrali kutlamaları vesilesiyle Hristiyanlık açısından sormuş olayım.
Unutmayın! Dile getirdiğim konu aslında İslam ve diğer dinler açısından da sorgulanması gereken bir hakikattir!

Beyaz geceler sanatsız geçmez ki


Alin TAŞÇIYAN
Star



Sanat olmasa insan neye yarar...


Rus sinemasının ustalarından Aleksey German, sanatın insanın yeryüzündeki varlığına kattığı anlamı vurgulamak için bu retorik soruyu soruyor...

Kendisiyle aynı adı taşıyan oğlu da günümüz Rus sinemasının önde gelen yönetmenlerinden biri olan German, St.Petersburglu. Geçen yıl temeli atılan ve bu yıl da ilk kez çok büyük bir bütçeyle gerçekleştirilen St.Petersburg’un film festivali Kinoforum’un başkanlığını üstlenen Baba German, olağanüstü bir kültürün mirasçısı.

St.Petersburg kolay tanımlanamayacak bir kent. Neva nehrinin Finlandiya körfezine döküldüğü yerde Büyük Petro’nun emriyle dillere destan olsun diye inşa edilmiş bir kent. Ve gerçekten de dillere destan bir görkeme sahip. Altın yaldızlı kilise kubbeleri, doğayı kentin içinde tutan büyük parkları, nehrin kolları kadar geniş caddeleri, bir dönemin ihtişamını bugün müze olarak ışıldatan sarayları ve sosyal yaşamı geçmişteki gibi bugün de kültürün en yüksek formunda tutan tiyatrolarıyla mükemmel planlanmış bir kent. Her fasadı güzellikte birbiriyle yarışıyor.

Bunca güzelliği ve zenginliği görünce önce Rus Çarlığı neymiş anlıyorsunuz, sonra da niye Ekim Devrimi’nin yapıldığını! Paris’in görkeminin de Fransız Devrimi’nin niye yapıldığını bir kez daha anımsatması gibi!

St.Petersburg’un bundan sadece 300 yıl önce inşa edilmeye başlandığına inanmakta zorlanıyor insan. Büyük Petro, Venedik misali bir delta üzerinde 18. yüzyılın çok daha şaşaalı olan imparatorluk tarzıyla yükselen, İtalyan mimarları seferber ettiği ama büyük ölçüde kendisinin planladığı bir kent oluştururken çok ileri görüşlü davranmış. Dünyaya bakınca bugünün hükümetlerinin geçmişin hükümdarlarının vizyonunun onda birine sahip olmadığını görmek ne acı!

Sanat olmayınca insan bir hiçtir, sözünün anlamını aynı zamanda deli cengaverler olan o imparatorlar, çarlar, krallar, soylular dahi kavramış! Orada yaşayanlar müziğin en iyisini dinleyebilsin, sahne sanatlarının en iyi performanslarını görebilsin diye birbirinden güzel tiyatrolar inşa edip en iyi sanatçıları yetiştirmek için uğraşmışlar. Dostoyevski romanlarına, Puşkin şiirlerine girmiş! Bu onları başka kentleri fethediyoruz diye yakıp yıkmaktan, iki dünya savaşı çıkarıp kiliseleri, tiyatroları bombalamaktan alıkoymasa da! St. Petersburg da 2. Dünya Savaşı’nda çok zarar gördüğü için restorasyonlar geçirmiş, böylece birçok önemli tarihi binası hala gıcır gıcır olan bir kent!

Rus kültürü olmadan olmaz

Soğan kubbeli ve içi dışı rengarenk mozaiklerle bezeli kiliseler hariç mimaride ve sahne sanatlarında İtalyan ve Fransız etkisi açıkça görülse de otantik biçimde Rus olanı, Avrasya’nın Avrupa ve Asya değil, ikisinin ayrıştırılmaz bir karışımı olduğunu folklor ve edebiyat kuvvetle hissettiriyor. Rus klasiklerini okumamış ve kendini “kültürlü” sayan bir insan olabilir mi yeryüzünde düşünün! Dostoyevski, Tolstoy, Çehov, Gogol, Puşkin... Şu isimlerle yan yana gelen yapıtları Suç ve Ceza, Savaş ve Barış , Vişne Bahçesi, Palto, Yevgeni Onegin... Müzikte Çaykovski’den, Glinka’dan Rahmaninov, Prokofiev, Stravinsky ve Şostakoviç’e; resimde Rublev ve Dionisius’un ikonlarından çağdaş sanatta devrim yaratan Maleviç, Kandinsky ve Chagall’a uzanan benzersiz isimlerden oluşan bir Rus ekolü var. Sinema öğrenecekseniz Kuleşov, Ayzenştayn, Pudovkin ve Dovçenko’dan başlayacaksınız, Tarkovski’de duraklayacaksınız. Bale derseniz kimse yarışamayacak Diagilev, Balanşin, Petipa koreografileriyle Nijinsky, Pavlova, Nureyev, Plisetskaya, Barışnikov, Muhamedov gibi dansçılarla, Bolşoy ve Mariinsky tiyatrolarının bale topluluklarıyla ve tabii operalarıyla!

Bu saydıklarım evrenselleşmiş Rus sanatından sadece belli başlı birkaç örnek, daha kimler ve neler var! Hala beyaz geceleri yaşayan St. Petersburg’da sinemanın müzikle ve sahne sanatlarıyla kaynaştığı beyaz geceler ve Akdeniz kıyıları kadar sıcak günler boyunca bütün o efsanevi sanatçıların hayaletleri de benimle dolaştı sanki.

Dünyanın en çarpıcı koleksiyonlarından birine sahip Ermitaj Müzesi’nin koridorları boyunca büyülenmişçesine sürüklenir ve yapıtlar kadar o tarihe de hayran olurken...

Mariinsky Tiyatrosu’nda Minkus’un bestelediği, Petipa’nın koreografisini yaptığı egzotik Don Kişot balesinde topluluğun yükselen yıldızı Anastasia Matvienko’yu başbaletlerden Denis Matvienko’nun kollarında izlerken...

Rus Müzesi’nde Asyalılığın ve Avrupalılığın ne kadar kaynaştığını ayırt edip ne zaman, nerede hangisinin baskın çıktığını gözlemleyerek bir yandan da Rus ve Sovyet olanın farkını kavramaya çalışırken...

Mevsim gereği tam karanlık olmasa da

geceleri ışıklarıyla Venedik ve Paris’ten daha romantik görünen St.Petersburg’da ben de bir kez daha emin oldum ki sanat olmasa insan doymak bilmeyen garip bir yaratık olarak beden çürütür yeryüzünde...

15 Temmuz 2011 Cuma

Rus kadınların 3 vazgeçilmezi...



Rusların hayatta en çok önem verdiği şeyler araba, ev ve buzdolabı olarak sıralanıyor. Tabii, söz konusu olan manevi değil maddi anlamdaki öncelikler listesi...

Mail.ru’nun arama motoru Go mail.ru’nun araştırmasına göre Ruslar en çok borcu da söz konusu ürünlere kavuşmak için alıyor. Rusya İstatistik Kurumu’na göre ülkede ortalama maaş 20.383 ruble, yani 743 dolar civarında. Dolayısıyla araba, ev ve buzdolabına ulaşmak için Rus vatandaşların çoğunun borç, yani kredi alması gerekiyor.

Araştırmanın ortaya koyduğu ilginç bulgu, kadınların kredi almakta erkeklere göre daha istekli olması. Tartışma yaratabilecek bir diğer sonuca göre kredi borcunu ödemekten kaçınan kadınların sayısı erkeklerden fazla. Araştırmacıları en çok şaşırtan ise kredi faizlerinin yüksek olmasına ve uygun olmayan ödeme koşullarına karşın halkın kredi almaktan vazgeçmemesi.

Kaynak: http://www.moskovalife.com/

Matruşkalar ve babuşkalar...















BBC'den Martin Vennard son yazısında "değişen ve değişmeyen Rusya"ya odaklandı. "Rusya'nın büyükanneleri matruşkalar" başlıklı makale, "Rusya'da komünist rejim sona ereli ve ülke çok daha farklı bir siyasi ve ekonomik yönde ilerlemeye başlayalı yalnızca 20 yıl oldu. Sovyet geçmişin çoğu yönü hızla bir kenara itildi, ancak her şeyin değiştiği söylenemez" diye başlıyor ve devam ediyor:

Rusya'nın benlik algısının merkezindeki yerini koruyan figürlerden biri de matruşka, yani içiçe geçen oyuncak bebekler.
Moskova'nın Afimall sergi merkezinin ortasında 13 metrelik dev oyuncak bebekler ziyaretçileri karşılıyor.
Rus halk sanatının motifleriyle süslenmişler.
Birbiri içine geçen, küçük hediyelik versiyonları gibi, bu bebekler de anavatan Rusya'nın sembolleri.
Özellikle de Rus toplumunun dayanaklarından biri olan kadın aile reisi figürü..
Ve bu figürü en iyi temsil eden de kelime anlamı büyükanne olan Rus matruşkalar.Demiryolu işçisi bir matruşka
Eğer Hollywood bir gün matruşka rolünü oynayacak bir yıldız ararsa, Moskova'nın yaklaşık 450 kilometre güneydoğusunda yer alan Miçurinsk kasabasını ziyaret etmeli.
83 yaşındaki Maria Vasilyevna'nın sakinleri arasında olduğu kasabada Sovyet zamanından bu yana pek bir şey değişmemiş gibi.
Kasaba merkezindeki Lenin heykeli hala ayakta ve kültür merkezinde Sovyet zamanlarından kalma bir disko var.
Maria Vasilyevna yeşile boyalı, çatısı oluklu ahşap evinin dışında oturuyor. Şal desenli bir ceket giymiş ve beyaz saçlarının üstüne eşarp bağlamış.
Elinde tuttuğu taze toplanmış otları içeren kaseyi yere bırakıyor, iki sopadan destek alarak ayağa kalkıyor ve bizi arka bahçesinde eskiden hayvanların barınağı olan binaya götürüyor.
Güneş altında olgunlaşan çilekleri gösteriyor ve daha önce böyle bir çilek tatmamış olduğumuzu söylüyor.
Kibarca başımı sallayıp bir tanesini deniyorum ve gerçekten de yediğim en tatlı ve taze çilek.
Şüphe duymakta hatalıymışım.
Çömelip bir kütüğün üzerine oturuyor ve kendisini ziyaret eden torun çocukları etrafımızda oynarken hayatını anlatmaya başlıyor.
Maria Vasilyevna ailesi tarafından inşa edilen bu evde doğmuş.
1941 yılında savaş başladığında kaç yaşında olduğu konusunda yalan söylemiş ve babasıyla birlikte yakındaki demiryolunda çalışmış.
Bölgede yaşayan erkeklerin çoğu cephede olduğundan, geleneksel olarak erkekler tarafından yapılan ağır işlerin çoğunu o yapmış.
Erkek kardeşlerinden biri cephede, bir diğeri ise zaatüre nedeniyle ölmüş.

Hayat hala zor
Savaştan sonra ise evlenip evden ayrılmış. İlk kızı 1946, ikincisi 1952 yılında doğmuş.
Kısa süre sonra ise boşanıp ailesinin evine geri taşınmış.
Eski kocası yardım etmediği için çocuklarını anne ve babasından aldığı destekle büyütmüş.
Ev başvurusu yapan Maria Vasilyevna Sovyet yetkilileri tarafından reddedilmiş ve kendisine ailesiyle kalmaya devam edebileceği söylenmiş.
Su ve elektriği olmayan aile evinde kalan Vasilyevna, emekli olana kadar demiryolunda çalışmış, bütçesini denkleştirmek için bahçesinde yetişenleri pazarda satmış.
Peki emeklilik ve Sovyet rejiminin çökmesi sonrası hayat iyileşmiş mi?
Kendisi gibi matruşkaların, ailelerinin yardımı olmadığı taktirde zor hayatlar yaşadığını söylüyor ve ekliyor: "Daha da kötüsü, tüketim toplumunun tuzağına düşen gençler artık bize saygı duymuyor."
Ancak eğer Rus toplumunun saygıyı hak eden devleri varsa, onlar Maria Vasilyevna gibi matruşkalar.

Kaynak:http://www.turkrus.com/

13 Temmuz 2011 Çarşamba

Moskova yabancılar için Avrupa'nın en pahalı kenti


İnsan kaynakları yönetim danışmanlığı firması Mercer'in 6 kıtada 214 kenti kapsayan 2011 yılı Yaşam Maliyeti Araştırması'na göre, Luanda, yabancı çalışanlar için yaşam maliyetinde ilk sırada bulunuyor. Moskova ise dördüncü sırada yer aldı.

Her kentte konut, ulaşım, yiyecek, giysi, ev eşyaları ve eğlence dahil olmak üzere 200'den fazla kalemin karşılaştırmalı maliyetlerinin ölçüldüğü araştırmada ilk 3'ü sırasıyla Luanda, Tokyo ve N'Djamena aldı. Angola'da 27 yıl süren içsavaşın tahrip ettiği altyapı eksikliği, enflasyonun sürekli artmasına sebep oluyor. Her ne kadar savaş sona erse de, yabancılar için hala ülkede yaşamak güvenli değil. Aynı zamanda Luanda limanındaki uzun bekleme süreleri de, petrol ve değerli madenler zengini ülkedeki maliyetlerin artmasına sebep oluyor.

Yurtdışında çalışan ve 'expat' olarak adlandırılan kitlenin yaşam şartlarını belirleyen araştırmaya göre Moskova, Cenevre ve Osaka, 2010 yılında da olduğu gibi 4., 5. ve 6. sıraları aldı. Yaşam maliyeti en düşük şehir ise Karachi oldu. Geçen yıl aynı araştırmada 44. sırada bulunan İstanbul, 2011'de 70. sırada yer aldı ve yaşam maliyeti açısından geçen yıla göre daha 'ucuz' bir şehir olarak listede yerini aldı.

100 puana sahip referans şehir New York'un baz alındığı ve döviz hareketlerinin Amerikan Doları'na kıyaslanmasıyla sıralamanın yapıldığı araştırmada, 32. sırada yer alan New York, Amerika'nın en pahalı kenti olurken, Los Angeles listeye 77. sıradan girdi.

Moskova, Avrupa'daki en pahalı kent unvanını korumaya devam ederken, Londra 18, Milan 25 ve Paris 27. sıradan listede yerini aldı. Asya'da ise Tokyo 2., Osaka 6., Singapur 8. ve Hong Kong 9. sıradan listeye girdi. Dubai ve Abu Dhabi, sıralamada geriledi ve sırasıyla 81. ve 67. noktaya yerleşti.

Kaynak: Zaman

10 Temmuz 2011 Pazar

Rusya’da su bayramı, bir kova su başınızdan aşağı dökülebilir



Fuad Seferov
Moskova, Cihan


Rusya’nın Sibirya bölgesinde kutlanan su bayramı etkinlikleri gençler için harika bir eğlenceye dönüştü. Belediyenin hazırladığı su fıçıları ve kovaları kullanan gençler, sokaktan geçen vatandaşlara ani saldırılar düzenliyor.

Su bayramını unutan halk ise neye uğradığını şaşırıyor. Kimileri sert tepki verse de, bayramı hatırlayan gülerek meydandan uzaklaşıyor. En çok da toplu taşıma araçlarına yapılan saldırılar da herkes sırılsıklam oluyor.

Sibirya bölgesinde kutlanan geleneksel İvan Kupala adı verilen bahar bayramında gençler kovalarla birbirine ve sokaktan geçen vatandaşlara saldırıyor. Novosibirsk, Omsk ve Tomsk kent merkezlerinde su fışkırtan tabanca ve diğer aletlerle şehir meydanlarına inen gençler doyasıya eğlendi.

Bayram nedeni ile çeşitli müzik toplulukları konser verirken, İvan Kupala bayramı nedeni ile su fışkırtan aletler satan esnafın da yüzü güldü.

Rusya, Aziz Vasiliy Katedrali'nin 450. yıl dönümünü kutlayacak














Yaşar Niyazbayev
Moskova, Cihan


Rusya'nın başkenti Moskova'da ünlü Aziz Vasiliy Katedrali'nin 450. yıldönümü 4 aylık etkinliklerle kutlanacak.

Kızıl Meydan'ın girişinde bulunan, Kremlin olmasa da Kremlin olarak algılanan ve bir çok film ve resimlerde Rusya dendiğinde simge olarak gösterilen, renkli kubbeli Aziz Vasiliy Katedral’inin 450. yıl dönümünü için hazırlıklar sürüyor.

Kilisenin 12 Temmuz tarihinde kutsandığı ve ibadete açıldığı belirtiliyor. Kutlama festivali de aynı tarihte başlatılacak ve 14 Ekim'e kadar devam edecek.

Aziz Vasiliy Katedrali'nin yıl dönümü için bina tamamen yenilendi. On yıldır devam eden restorasyon çalışmaları için devlet ve vakıflar 14 milyon dolar mali destek verdi. Dönemin Rusya yöneticisi Korkunç İvan tarafından 1555 kurulma talimatı verilen Katedral 1561’de de ibadete açıldı.

Korkunç İvan'ın çok gaddar olduğu biliniyor. Katedral ile ilgili anlatımlarda da bu gaddarlıktan bahsediliyor. Efsanelere göre Korkunç İvan mimara 'Benzer güzellikte bir kilise daha yapabilir misin?' diye sormuş. Mimar da tehlikeyi anlamadan emin şekilde 'Tabii ki yapabilirim' karşılığını verir. Korkunç İvan hiddetlenir ve derhal mimarın kör edilmesini emreder. Ki mimar benzer kilise yapamasın. Vasili kilisesinin ayrıca çar İvan tarafından babası 3. Vasiliy için kurduğu da belirtilir. Hatta çarın şu sözleri dile getirilir: "Beni asırlar boyunca insanlık unutmayacak, ancak ben babamın da hatırlanmasını istiyorum".

Müzede pazarları ayin yapılıyor

Rusya İmparatorluğu'nun çöküşü ve Sovyetler Birliği’nin kuruluşunun ardından Katedral ibadet hane olarak kısa süre boyunca devam etti. Ancak 1928 yılında Katedral müzeye dönüştürüldü ve halen devlet tarafından işletiliyor. Bununla birlikte Rus Ortodoks Kilisesi müze ile sağladığı anlaşma doğrultusunda her pazar Katedral'de ayın düzenliyor.

1990 yılında Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Kremlin ve Kızıl Meydan'nın bir parçası olarak Aziz Vasiliy Katedrali'ni de Dünya Mirası Listesi'ne dahil etmişti.

Rus gençler evlilikten korkuyor













Yaşar Niyazbayev
Moskova, Cihan


Rusya’da yapılan son anket çalışmasına göre halkın büyük çoğunluğu aileye çok önem verdiğini ifade ederken, evlilikten korktuklarını da ortaya çıkardı. Araştırmaya göre özellikle gençler endişe ile yaklaştıkları evliliği ertelerken, ebedi aşka inanmıyor.

Rusya Kamuoyu Araştırma Merkezi "FOM" Ruslar için temel değerler başlıklı kamuoyu yoklaması yaptı. Ankete katıların yüzde 55’i ilk sıraya aileyi koydu, yüzde 32’si aşkın kendileri için daha ağır bastığını ifade etti.

Uzmanlara göre, “gençler çevrelerinde sağlam ve mutlu aile göremedikleri için mutlu bir evlilik yapacaklarına inanmıyor” ve “olabildiğince evliliği ertelemeye çalışıyor.” Sosyologlar ise aile içi yaşanan sorunların temel nedeni olarak erkek ve kadının hayatın içinde değişen rollerine işaret ediyor.



Sovyetler Birliği zamanında kadın ailede daha hakimdi. Savaşlardan, devrimlerden ve bir sürü baskılardan sonra erkek çocuklarını anneleri ve nineleri terbiye etmeye başladı.

Sonuç olarak ataerkil olan babaların gün geçtikçe sayıları azaldı. Ve kadınlarda daha yoğun olarak görülen nezaket, duyarlılık, incelik gibi özellikler erkeklerde daha baskın hale geldi. Kadınlar ise yavaş yavaş yumuşaklığını kaybederek daha güçlü, daha iradeli bir kişilik kazandı.

Psikolojik Danışmanlık Bölümü Moskova Şehir Psikoloji ve Pedagoji Üniversitesi Profesörü Tatyana Gavrilova Ria Novosti'ye yaptığı açıklamada kadınlar artık yanlarındaki erkekleri kendileri gibi görüyor, müstehcen fıkralara beraber gülüyor, açık açık farklı konuları konuşabilir.” yorumunda bulundu. Uzman bu tarz davranışların sevgi ve aile yapısını öldürdüğünü dile getirdi.

Anne baba ilişkileri evlilik düşüncesinden vazgeçiriyor

Tatyana Gavrilova sözlerine şu şekilde devam ediyor: “Erkek ailenin direği olarak kabul ediliyor. Kadın ise kadınlık ve annelik rolünden hoşnutsuzluk duyuyor. Kadın artık kendi ayakları üzerinde durmak, kendi hayellerini gerçekleştirmek, iş kadını olmak ve hayattan zevk almak istiyor.”

Sosyal Psikoloji Fakultesi profesörü Anna Prihojan bir çok gencin aile hayatının zor, sıkıcı ve acı olduğunu ve bu yüzden bekarlıktan alabildiği kadar zevk almak istediğini dile getirdi. Prihojan, “Bugünkü kızların çoğu mali açıdan bağımsızlığını kazanmadan ve yüksek maaşlı bir iş bulmadan evlenmek istemiyor.” ifadelerini kullandı.

Federal Devlet İstatistik Servisi Rosstatt'ın verilerine göre Rusya’da çocukların yüzde 30'u evlilik dışı doğuyor. Sosyal Psikoloji Fakultesi profesörü Tatiana Gurko, bir çok Rus çift çocuklarının olacağını öğrendikten sonra evlenmeye karar verdiğini belirtti.

Öğrenciler arasında yapılan ankette evliliğin ömür boyu sürmesinin mümkün olmayacağını söyleyenlerin oranı yüksek olduğu görüldü. İnsanın hayatında bir kaç kez evlenebileceğini söyleyenlerin yüzde 58’i kız yüzde 54’ü erkek olduğu saptandı.

Moskova'da 11 yıl aradan sonra ilk kez doğum oranı ölüm oranını geçti














Günün "en güzel" haberi: Rusya’da hükümetin doğum oranlarını artırmak için başvurduğu önlemler meyvelerini vermeye devam ediyor. Resmi verilere göre başkentte 11 yıl aradan sonra ilk defa doğum oranları ölüm oranlarını geride bıraktı. Bu yılın ilk yarısında Moskova'da 58 bin 399 çocuk dünyaya geldi. İşte veriler:
Moskova Belediyesi'nin açıkladığı verilere göre, başkentte bu yılın Ocak-Haziran döneminde 58 bin 399 doğum gerçekleşirken, aynı dönemde 56 bin 95 kişi hayatını kaybetti.

Yine belediyenin verilerine göre, Moskova'da son 18 yılda doğum oranları yaklaşık iki kat arttı. Buna göre, başkentte 1993 yılında yılda 62 bin çocuk dünyaya gelirken, 2010 yılında bu rakam 123 bin 600’e kadar çıktı.

Moskova’da bugün engelli çocuk sahibi aileler devletten ayda 18 bin ruble ile 30 bin ruble, çok çocuklu aileler 9 bin ile 18 bin ruble arasında yardım alıyor. Çocukların dul anneler tarafından bakıldığı aileler için ise bu rakam 6 bin ila 11 bin ruble arasında değişiyor.

Hükümetin verilerine göre de bugün Rusya'da ortalama yaşam süresi 69 yıl. 1 Ocak 2010 itibarıyla ülke nüfusu 141,92 milyon kişi. Bir önceki sene bu rakam 141,9 milyon seviyesindeydi.

Kaynak: http://www.turkrus.com/