Moskova

Moskova

25 Şubat 2011 Cuma

Rusya 1. olmadığına ilk kez seviniyor












Alkolün ucuz olduğu eski Sovyet ülkeleri alkol tüketiminde birbirleriyle yarışıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) hazırladığı rapora göre dünyada en çok alkol tüketen ülke Moldova. DSÖ verilerine göre bir Moldova vatandaşı yılda ortalama 18,2 litre alkol tüketiyor. Bu ise global ölçekteki ortalama değer olan , 6,1 litreden 3 kat daha fazla. DSÖ'nün raporuna göre Moldova'dan sonra en çok alkol kullanan ikinci ülke Çek Cumhuriyeti. Çek Cumhuriyetinde kişi başına yıllık ortalama 16,4 litre alkol düşüyor.

Sırasıyla Macaristan 16,27 litre, Rusya 15,76 litre, Ukrayna 15,6 litre, Estonya 15,5 litre, Andora 15,48 litre, Romanya 15,3 litre, Slovenya 15.19 litre, Belarus 15,1 litre ve İngiltere ise kişi başına yıllık 13,3 litre alkol tüketiyor. DSÖ raporuna göre; Moldova, İsrail, Hırvatistan ve Ukrayna gibi bazı ülkelerde ülke bütçesinden alkol bağımlılığı ile mücadele için kaynak ayrılıyor.

Bununla birlikte 126 ülkede resmi alkol bağımlılığın tedavi amaçlı programları yürütmekte. DSÖ verilerine göre dünya çapında alkole bağlı ölümlerde erkeklerin oranı yüzde 6,2, kadınlarda ise bu oran yüzde 1,1. Dünyada fazla alkol kullanımından dolayı her yıl 15 ile 29 yaş aralığındaki 320 bin genç hayatını kaybediyor.

Söz konusu yaş aralığında ölümlerin yüzde 9’unun alkole bağlı olduğu tespit edildi. Öte yandan alkol tüketiminde lider konumundaki Moldova, geçtiğimiz günlerde Ukrayna votkasına vergiyi kaldırmak istediğini açıklamıştı.

Kaynak: http://www.turkrus.com/

Bütün kadınlar güzeldir, ama Rus kadınları biraz daha güzeldir! Tek kusurları ise...













"İrina Şayk mı? Onu boşverin! Moskova’da herhangi bir köşe başında karşılaşacağınız İrina, Nastya, Tanya ve Yekaterina ondan çok daha güzel…”Bu satırları yazan bir Amerikalı. Hem de bir kadın Amerikalı. Gazeteci Kiri Blakeley, ünlü Forbes dergisindeki bloğunda Moskova izlemimlerini anlatıyor. Lafa Şayk’la (Soyadı Şayhlislamova, Tatar baba ve Rus annenin kızı) girmesinin nedeni, Rus modelin ünlü Sports Illustrated dergisine kapak olması. Şayk dergiye kapak olunca Blakeley yollara düşmüş Rusların neden değişik olduğunu araştırmak için Moskova'ya gelmiş. Blakeley Rus kadınların gözlerinden bacaklarına, yürüyüşlerinden giyimlerine diğer ülkelerin kadınlarından faklı olduğunu, buz gibi hava incecik topuklarla ve daracık mini eteklerle sokaklarda boy gösterdiğini yazıyor.
Barkeley’in konuştuğu New York'ta yaşayan ABD’li banker Tyler Wilson, şimdiye kadar ajanslar kanalıyla 20’den fazla Rus kadınıyla tanıştığını anlatıyor ve onların “esrarlı ve soğuk” güzelliğinden övgüyle söz ediyor. Wilson pek çok uluslararası markanın reklam yüzünün Rus mankenler olduğunu belirtiyor ve Rus kadınların çok çalışmaktan gocunmadığını söylğyor. Ama "her güzelin bir kusuruvardır" misali, Rus kadınlarının olumsuz yönü olarak “cimrilik” gösteriliyor ve “Yanında bir erkek varken kendisine bir fincan kahve bile ısmarlamaz” deniliyor.

Kaynak: http://www.turkrus.com/

Bin yıllık gelenek, "modernite"ye direniyor: Rus kışının dermanı Valenki














Kimileri “1500 yıldır bu coğrafyada valenki var ve hep olacak” diyor...

Soğuğa dayanıklı “ulta izolasyonlu” botlar üretilse bile Rusya’da hala onun pabucunu tamamen dama atamıyor... “Valenki”, yani keçeye dönüştürülen saf koyun yününden yapılan geleneksel çizmeler, eksi 40 dereceyi bulan soğuğa direniyor, satışlar düşse bile “modern dizayn”larla Avrupa’da bile satışa çıkıyor.

Arkitera.Com’da derlenen bilgilere göre, hiçbir dikiş, boya ve yapıştırıcı malzeme kullanılmadan yüzde 100 saf yünden hazırlanan 'valenki'ler, hala tercih ediliyor.

Üretim teknolojileri değişmesine rağmen, tarihi özelliklerini koruyan çizmeler, koyun, deve, at, köpek ve diğer yünlü hayvanların tüylerinin kullanılmasıyla hazırlanıyor.

Tarihte bilinen en eski 'valenki'lerin, milattan önce dördüncü yüzyılda Altay bölgesinde üretildiği düşünülüyor.

Tibet, Kafkas, Pamir ve Karpat dağlarının sakinleri tarafından da kullanılan 'valenki'lerin seri üretimi ise 18'inci yüzyılın ilk yarısında Nijniy Novgorod bölgesindeki Semyonovskaya köyünde başladı.

Kimyasal madde yok
Hayvan tüylerinin mekanik baskı sonucu doğal olarak birbirine yapışması özelliği temel alınarak hazırlanan 'valenki'lerin üretiminde hiçbir kimyasal madde kullanılmıyor.

Sibirya çöllerindeki aşırı soğuk hava şartlarında tercih edilen 'valenki'ler, İkinci Dünya Savaşı döneminde de Sovyet askerlerinin kullandığı en önemli ayakkabılar.

Tedavi edici özellik
Müze Müdürü Galina Aleksandrovna Volkova, 'valenki'lerin 200 yıllık tarihe sahip olmasına rağmen, günümüzde de yaygın bir şekilde kullanıldığını söyledi.

'Valenki'lerin özellikle balıkçılar, avcılar, ülkenin Uzakdoğu bölgelerinin ormanlarında çalışanlar, askerler tarafından tercih edildiğini söyleyen Volkova, ''valenkiler, sadece ayakları sıcak tutma özelliğinden dolayı değil, aynı zamanda rahatsız ayakları tedavi edebilme özelliğinden dolayı da popüler oldu'' dedi.

Rus uzmanlar, Deli Petro ve İkinci Yekatrina gibi çarların 'valenki'leri bel ağrılarını tedavi için kullandıkları tarihçiler tarafından kanıtlanırken, çocukların üç yaşına kadar 'valenki' kullanması halinde taktirde bağışıklık sisteminin çok güçlendiğini belirtiyorlar.

Kaynak: http://www.turkrus.com/

Moskova'da Yaşam Kalitesi













Moskova, Yaşam Kalitesi sıralamasında 70. oldu.

Есоnomist Intelligence Unit tarafından gerçekleştirilen dünya şehirlerindeki yaşam kalitesi sıralamasında Moskova 70.sırada yer aldı. Rusya’nın ikinci büyük şehri olan St.Petersburg ise bu sıralamada Moskova’nın üstünde 68.sırada yer aldı.

Araştırma sonucunda ortaya çıkan sıralamada ilk sırayı Kanada’nın Vancouver şehri aldı. İkinci sırada Avusturalya şehri Melbourne gelirken, üçüncü sırayı ise Avusturya’nın başkenti Viyana aldı. İlk 10’a giren şehirler ise, Toronto, Calgary, Helsinki, Sindey, Perth, Adelaide ve Auckland oldu. New York ve Londra şehirlerinin ise ilk 20’ye dahi girememesi ve 56 ve 57.sırada boy göstermesi ise şaşkınlık yarattı.

Moskova geçen sene Economist dergisi tarafından hazırlanan listede ise en konforlu şehirler sıralamasında 69.sırada yer almıştı.

Kaynak: http://www.gazetem.ru/

16 Şubat 2011 Çarşamba

Bir Dinleme ve Okuma Serüveni: Kreutzer Sonat-Kroyçer Sonat













Yazan: Erdal Yüzak

George Bridgetower döneminin ünlü bir İngiliz keman virtüozudur; 1803 yılında Viyana’ya gelir ve Beethoven’la tanışır. Birlikte çalarlar, Paganini ile kıyaslanan bu genç sanatçı Beethoven’ın takdirini kazanır. Dostlukları gelişir, sık sık bir araya gelip birlikte vakit geçirir, müzik yaparlar. O sırada uzun ve yıpratıcı bir “kriz” döneminden geçmekte olan Beethoven Bridgetower’ın kendisinde yarattığı ilhamla yeniden düzelmiştir. Bir süre sonra Bridgetower’ın isteği üzerine bir konserde ikisinin birlikte çalacakları çılgınca bir beste yapmaya başlayan Beethoven içindeki “deli”ye yeniden kavuşmanın şevki içindedir. Dokuzuncu keman piyano sonatını sadece Bridgetower ve kendisinin çalabileceği şekilde yazmaya koyulur. Opus 47 La Majör Keman Sonatının bestesini konserden bir gün önce tamamlar.

Bridgetower’ın çok parlak bir performans sergilediği ilk konserin ardından yapılan kutlamada mutluluktan uçmakta olan Beethoven yeni keman sonatını Bridgetower’a ithaf ettiğini ilan eder. Daha sonra iki dost içki içmeye devam ederken Bridgetower Beethoven’ın tanıdığı ve ilgi duyduğu bir hanım hakkında ettiği sözler sebebiyle Beethoven öfkeye kapılır, sonatın notalarını derhal iade etmesini ister, ithafını da geri çektiğini ve “Avrupa’nın en büyük keman virtüozuna”, Paris’te yaşayan Rudolphe Kreutzer’e ithaf edeceğini bildirir. Bridgetower özür diler, Beethoven’ı vazgeçirmeye çalışır ancak Beethoven kararını değiştirmez. Bunun üzerine Bridgtower Viyana’yı terk eder. Beethoven’le daha sonra hiç karşılaşmayacaklardır. Bridgetower yıllar sonra bir Beethoven araştırmacısına en büyük üzüntüsünün bir hanım hakkında söylediği sözler sebebiyle Beethoven’ın bu en büyük sonatının Bridgetower Sonat olarak anılması ve isminin sonsuza kadar yaşaması şansını kaybetmesi olduğunu söyler.

Rudolphe Kreutzer ise kendisine ithaf edilen sonatın notaları eline geçtiğinde inceler ve çalınmasının imkânsız olduğuna karar verir, Beethoven’ın kemandan anlamadığını söyler ve kendisine ithaf edilen, bugün hâlâ onun adıyla anılan bu sonatı hiç bir zaman topluluk önünde çalmaz.

Fazıl Say’ın Kreutzer Sonat için söylediklerine kulak verelim: “Bu eser bir başyapıttır. Keman ve piyano dağarcığının tartışmasız başköşesinde duran bir deha çizgisidir. Kreutzer gerek piyano gerek keman için o kadar zordur ki, Beethoven’in piyano solo sonatlarında, hatta konçertolarında rastlayamayacağımız zorluklar bulundurur. .... Kreutzer Sonatı hayatımda 300 kereden fazla performe ettim. 2003-2005 yılları arasında büyük kemancı Maxim Vengerov ile dünya turnemizde en az 100 kere. ... ve Vengerov Stradivarius’un ürettiği o inanılmaz kemanlar içersinde en yüce olanını, zamanında Kreutzer’in çaldığı kemanı çalmaktaydı... 2005-2010 yılları arasında ise kanımca günümüzün en ilginç, en çarpıcı müzisyeni olan Patricia Kopatchinskaja ile bu sonatı 200’den fazla yerde çaldık. ... Bu sonatı her çaldığım gün mutlu olurum. Derinden mutlu olurum.”

Juan Goytisolo Ara Perde isimli eserinde Kreutzer Sonatı nasıl anladığını şu sözlerle ifade ediyor: “Sonat öfkeleri giderek artan iki karşıt gücün gerilimlerini ve iniş-çıkışlarını dile getiriyordu. Kemanla piyano temanın icrasını çekişir gibiydiler, birdenbire öne çıkıveriyorlar, temayı neredeyse icracıların elinden koparıyorlar, dizginlerinden boşanmış bir prestoda birbirleriyle rekabet ediyorlar, ardından dinginleşir gibi gözüküyorlardı, ancak o dinginlik tükendiklerindendi, karşılıklı inatlaşmayla yeniden güç aldıklarında iki çalgı daha da büyük bir şiddetle zıtlaşıyorlardı, giderek kendi üstüne dönen, soluk soluğa sekanslara, uzlaşmazlık yoketmeye, hiçliğe iten bir yıkıcılığa dönüşüyordu. O bestenin anlamı neydi ? Erkeklerle kadınlar acaba birbirlerinden nefret etmek ve giderayak birbirlerinin yaşantısını zehir etmek için mi doğmuşlardı?”
Beethoven’dan yaklaşık olarak 85 yıl kadar sonra Tolstoy Yasnaya Polyana adını verdiği malikanesinde Kreutzer sonatın bir icrasını ilk kez dinlediğinde Goytisolo ile aynı şeyleri mi düşünmüştü? Sonatı ilk dinlediğinde günlüğüne “O ilk presto bir salonda, dekolte elbiseli hanımlar arasında nasıl çalınabilir? Çalınışını dinleyip biraz alkışladıktan sonra pasta yeyip en son skandalları konuşmak olur mu? Böyle şeyler sadece çok önemli durumlarda ve böyle bir müziğe yanıt olarak belirli edimlerin istendiği zamanlarda çalınmalı” diye yazmıştı. Bu saptamasında haklıydı, Kreutzer sonat o güne kadar bestelenmiş keman piyano sonatlarının hepsinden çok farklıdır.
Tolstoy 1889 yazı boyunca Kreutzer Sonat’a paralel olarak sanatın ve müziğin ne olduğuna dair bir deneme üzerinde çalışır. Örneğin 11 Ağustos 1889 tarihinde günlüğüne “Bugün hiç bir şey yapmadım, mantar toplamaya çıktım ve Kreutzer Sonatı düşündüm” diye yazar. Bir kaç gün sonra yine “bugün hiç bir şey yapmadım, ormanda mantar toplamaya gittim, sanat üzerine, müzik üzerine, Kreutzer sonat üzerine düşündüm” der.
Kröyçer Sonat Tolstoy’un yaşlılık dönemi eserlerindendir. Ellili yaşlarından başlayarak yavaş yavaş oluşturduğu, radikal anarşist hristiyan tarikatı denebilecek kendine özgü bir inanç ve düşünce sisteminin yaşamınına hakim olduğu dönemde yazılmıştır. Çelişkili düşünceler içerir. Evliliğin ikiyüzlülük olduğunu, cinsel arzunun erkek kadın ilişkilerinde bir engel oluşturuğunu ve trajediyle sonuçlanabileceğini vurgular. İnanılmayacak ölçüde tutucudur, cinsel ilişkiden uzak durulmasını savunur. Kadınları aşağıladığı da düşünülebilir.
Büyük bir üne, saygınlığa ve müritler kitlesine sahip olan Tolstoy karısı Sofya ile de büyük bir çatışma içindedir. Tolstoy vasiyetinde tüm kitaplarının telif haklarını ve mal varlığını Rus halkına bırakmayı kafasına koymuştur, Sofya ise Tolstoy’un karısıdır, Yasnaya Polyana’yı çekip çevirmesi bir yana, Tolstoy’un sekreteridir, düzeltmenidir de. Savaş ve Barış’ı tam altı kez baştan sona yeniden yazmış, matbaaya gönderilecek hale getirmiştir. Tolstoy’dan 16 yaş küçüktür ve tam 13 doğum yapmış, bunlardan beşi yaşamamıştır. Sofya Tolstoy’un sorumsuzluklarından bıkmış, ailesinin sefalete düşmesine engel olmak Tolstoy’u kontrol altında tutmak, siyasi amaçları için kullanmaya çalışan Chertkov’u etkisiz kılmak için mücadele vermektedir. Kırk sekiz yıllık bir aşk ve nefret ilişkisi artık her ikisinin de hayatını küçük bir cehenneme çevirmiştir.
Kröyçer Sonat bu koşullar altında yazılır. Tolstoy tüm tutuculuğuna, asla katılmak zorunda olmadığımız kabul edilemez görüşlerine rağmen büyük bir hikaye anlatıcısı olma özelliğinden hiç bir şey kaybetmemiştir. Rusya’da uzun bir tren yolculuğunda kompartmandaki yolcular evlilik, karı koca ilişkileri, Çar Korkunç İvan zamanında çıkarılmış, evlilik hayatını düzenleyen ve kadını köleden farksız kılan Domostroy kanunundan, görücü usulüle evlenmekten son zamanlarda boşanmaların artmasına kadar kadın erkek ilişkileriyle ilgili her konuda konuşurlar, görüşlerini bildirir, tartışır, savunurlar.
Yolcular arasında bulunan Pozdnışev kendi hikayesini anlatmaya başlar. Evliliğini, karısını, çocuklarının oluşunu, sevginin yavaş yavaş nefrete dönüşmesini, şiddetli geçimsizliklerini ve kavgalarını anlatır. Karısı iyi piyano çaldığı için şehre gelen Truhaçevski adında bir kemancıyı adamı hiç gözü tutmamasına rağmen evlerine davet ettiğini, ikisinin birlikte Kreutzer Sonatı çaldıklarını anlatır. Truhaçevski daha sonraki günlerde de bir kaç kez evlerine gelir ve karısıyla Kreutzer sonat çalışmayı sürdürürler. Pozdnışev bir seyahate çıkacağını söyler, fakat içini kuşkular kemirdiği için eve erken geldiğini, karısının Truhaçevski ile çalıştıklarını duyunca eline aldığı bir kamayla karısını öldürdüğünü, Truhaçevski’nin dehşet içinde kaçtığını anlatır. Bir süre hapis yattıktan sonra bir şekilde serbest bırakılan Pozdnışev karısını boş yere öldürdüğünü, karısının Truhaçevski ile birlikte müzik yapmak dışında bir ilişkisi olmadığını bilmektedir.
Kröyçer Sonat Rusya’da derhal yasaklanır. Yayımlandığı ülkelerde büyük ilgi görür ve hararetli tartışmalar yaratır. Romanın vermek istediği mesaja açıklık kazandırmak gerektiğini düşünen Tolstoy 1890 yılında romana bir de sonsöz yazar.
Tekrar Goytisolo’ya dönelim: “Yasnaya Polyana malikanesinin sahnesindeki aşkları, soğumaları, nefretleri, tartışmaları, barışmaları hep aynı kesinliğe iletiyordu: karşıt karakterleri bir türlü uzlaşamıyordu. Yazarın güncesine not ettiği dramatik sahneler önüne geçilmez bir kreşendo ile birbirini izliyordu, sonunda bir gece uykusuzluğa dayanamıyor ve at sırtında en yakın tren istasyonuna kadar kaçıyordu.”
Tolstoy’un Kroyçer Sonatı hakkında çok şey yazıldı. Bir çok yönetmen tarafından filme çekildi, oyunlaştırıldı. Leos Janacek 1923 yılında bestelediği 1. Yaylı çalgılar dörtlüsüne Tolstoy’un kahramanından esinlendiği için Kreutzer Sonat adını verdi.
Radikal feminist edebiyat eleştirmeni Andrea Dworkin ise Intercourse adlı kitabında Tolstoy’un Kreutzer Sonat ile ilişkisini ve karısı Sofya’nın günlüklerini karşılaştırır. Müzisyen olana oğullarının parçayı çaldığı gece Sofya 13.cü çocuklarına hamile kalır. Bir yıl sonra novellayı yazdığı sırada ise karısının isteği hilafına ırzına geçer. Günlüklerinde ifade ettiğine göre bir yandan ağlarken bir yandan da 14.cü çocuğuna gebe kalmamış olmayı diler.
Kreutzer Sonatı yüzlerce kere performe eden Fazıl Say’ın besteci yönünü de izlemeye devam ediyoruz. 2010 yılı Mayıs ayında New York’da Uluslararası Oda Müziği Topluluğu yarışmasında 87 yarışmacı dörtlü arasında birinci olarak büyük bir başarıya imza atan Borusan Kuartet yarışmada Fazıl Say’ın Opus 29 Yaylılar dörtlüsünü çaldı. Say’ın bu eserinin adı “Divorce”. Fazıl Say’ın kişisel yaşamından esinlenerek bestelediği icrası son derece zor, müthiş bir eser. Kaydı henüz CD veya DVD formatında yayımlanmayan bu eseri konserde dinleyen şanslı kişiler Kreutzer Sonat dinlemiş gibi oluyor, karşıt güçlerin o yıpratıcı çatışmasını hissediyor. Kreutzer sonat etkisinden söz edilebilir mi, bestecisine sormak gerekir.

Kış mevsiminin en soğuk günleri geldi!...












Moskova’da havalar bildiğiniz gibi…Yeni bir şey yok. Kar, buz, sasulka…Kış mevsiminin en soğuk günleri geldi.

Aşırı derecedeki Sibirya soğukları başladı. Donduran ve -20 derecelerdeki Sibirya soğukları Moskova'da kendini göstermeye başlarken, -20 derece soğukların yaklaşık bir hafta devam edeceği bildirildi.

Önümüzdeki birkaç gün içerisinde ise Moskova'ya gelecek olan soğuk hava dalgası nedeniyle hava sıcaklığının -30, -33 dereceye kadar düşeceği, ancak havanın güneşli olacağı bildiriliyor. Bahar havasının ise mart sonundan önce gelmeyeceği vurgulanıyor.

Bu soğuk havada “Yandık…Yandık ki ne yandık!...” diyebilmek komik bir mecazi ifade kuşkusuz.

Neyse fıskiyelerin açıldığı, parkların bahçelerin çiçeklerle donandığı günlere az kaldı. Biraz daha sabır…

Soğuktan yılınca insan bazen kendi kendine yahu ne işin vardı da güzelim memleketini bırakıp geldin buralara diyesi geliyor.

İnternette dolaşan bir İzmirlinin Günlüğü başlıklı, bu soğuk günlerde insanın içini ısıtıp, güldüren ileti tam da bu duygularla uyuşuyor.












Kanada'ya Taşınan Bir İzmirli'nin Günlüğü... :))))


Sevgili Günlük,

12 Ağustos
Göçmenlik başvurum kabul edildikten sonra Kanada'daki yeni evime taşındım. Çok heyecanlıyım. Burası çok güzel. Dağların manzarası muhteşem. Onların karlarla kaplı halini görebilmek için sabrımı zorluyorum.

14 Ekim
Kanada dünyanın en güzel yeri. Yapraklar kırmızı ve turuncunun tonlarına dönmeye başladı. Bir atla kir gezintisi yaptım ve bir kaç geyik gördüm.. Çok güzeldiler. Muhtemelen yeryüzündeki en harika hayvanlar..Burası cennet olmalı. Burayı çok seviyorum.

11 Kasım
Geyik avlama sezonu kısa bir sure sonra başlıyor. Böyle harika hayvanları öldürmeyi nasıl olur da isterler anlamıyorum. Umarım yakında kar yağısı başlar. Burayı seviyorum.

2 Aralık
Dün gece kar yağdı. Her yerin beyaz bir örtü ile kaplanışını seyretmek için gece kalktım. Tıpkı kartpostal gibi. Meğer yıllarca İzmir'de yaşayarak kendime haksızlık etmişim. Dışarı çıktık merdivenlerdeki ve garajın önündeki karları kürekle temizledik. Kartopu oynadık (ben kazandım:))
Kar temizleme makinesi (belediye'nin) gelince, garajın önündeki karları tekrar temizlemek zorunda kaldık. Harika bir yer. Kanada’yı çok ama çok seviyorum.

12 Aralık
Dün gece biraz daha kar yağdı. Kürekle garajın önündeki karları tekrar temizledik. Burayı seviyorum.

19 Aralık
Dün gece biraz daha kar yağdı. İşe gitmek için garajdan çıkamadım. Burası çok güzel bir yer fakat kürekle kar temizlemekten yoruldum. Kar temizleme makinesine Lanet olsun! Sanki beni bekliyor ve sonra yoldan geçerek karları garaj kapıma yığıyor.

22 Aralık
Bu beyaz boktan dün gece biraz daha yağdı. Kürekle kar atmaktan ellerim su topladı ve belim ağrımaya başladı. Kar temizleme makinesini ben garajın onunu kürekle temizleyene kadar yolun kösesinde gizlendiğini düşünüyorum pezevengin...

25 Aralık
Sıçtığımın karı, yine yağdı. Eğer kar temizleme makinesini kullanan pezevengi bir elime geçirirsem yemin ederim o puştu gebertecem. Yollardaki lanet buzları eritmek için neden daha fazla tuz kullanmadığını anlamıyorum.

27 Aralık
Allahın belası, dun gece yine kar yağdı. Kar temizleme makinesinin en son gelişinden beri 3 gündür karları kürekle atamadığım için eve hapsoldum. Hiç bir yere gidemiyorum. Hava durumunu sunan spiker bu gece 5 santim daha yağacağını söyledi. 25 cm. karın kaç kürek edeceğini sizler biliyor musunuz?

28 Aralık
Kuş beyinli spiker yanılmış, tam 83 cm. daha kar yağdı. Bu gidişle karlar yazdan önce erimez. Kar temizleme aracı kara saplandı ve hıyar oğlu hıyar sürücü benden küreğimi ödünç istedi. Karları temizlerken tam altı kürek kırdığımı ve sonuncusunu da onun kalın kafasında kırmaktan zevk duyacağımı söyledim.

4 Ocak
Nihayet evden çıkabildim. Markete gittim ve yiyecek aldım. Dönüşte lanet geyiğin biri arabamın önüne atladı. Arabamda yaklaşık 3000 dolarlık hasar var. Bu hayvanların hepsini gebertmek lazım. Lanet çirkin yaratıklar her yerde varlar. Umarım avcılar hepsinin kökünü kurutur.

3 Mayıs
Arabayı şehirde bir tamirciye götürdüm. Yollara dökülen baş belası tuzlar yüzünden arabamın kaportası çürümüş.

10 Mayıs
Türkiye’ye kesin dönüş yaptım ve İzmir’ime bir daha ayrılmamak üzere yerleştim. Suratına s…yım Kanada'nın da, karın da, geyiklerin de...

3 Şubat 2011 Perşembe

Volgograd'da Stalingrad muharebesinin 68. yıldönümü törenleri yapıldı.











Rusya’nın Güneydoğusundaki Volgograd kentinde Stalingrad muharebesindeki zaferin 68.yıldönümü törenleri yapıldı.

Düşmanın geçemediği ön cephe hattını semboleze edeni 17 tank kulesine bağlanmış kırmızı balonlar Stalingrad’ı savunmuş askerlerin anısına uçuruldu. Gelenek uyarınca Şehitler Meydanı'ndaki sönmez ışığa çelenkler konuldu, Mamayev tepesinde toplantı yapıldı ve eski muhariplerin buluşması gerçekleşti.

Stalingrad muharebesindeki zafer çok zor bir kazanımdı. Yaklaşık 1 milyon 200 bin asker kenti savunurken şehit düşmüştü. Düşmanın can kaybıysa l milyon 500 bini bulmuştu. Hitler, Alman ordusunun Stalingrad muharebesindeki yenilgisinden sonra ülkede ilk kez olarak 3 günlük yas ilan etmişti .

200 gün sürmüş inanılmaz ve unutulmaz Stalingrad Savaşı

Tarihçilere göre Stalingrad Savaşı İkinci Dünya Savaşının gidişatında önemli bir dönüm noktası oldu.

Volga kıyılarındaki bu savaş, 68 yıl önce, 2 Şubatta 300 bin kişilik Alman ordusunun yok edilmesiyle tamamlandı..

Hitler, Almanların Stalingrad savaşındaki yenilgisi nedeniyle savaş sırasında ilk kez olarak ülkede yas ilan etti. Sovyetler Birliği içinse bu gün şan ve şeref günü oldu.

Almanlar, Stalingrad’ın ele geçirilmesine büyük bir önem veriyordu. Zira büyük bir sanayi merkezi olan Stalingrad’da ağır tanklar üreten işletmeler dahil birçok sanayi işletmesi vardı. Kafkasya’da üretilen petrol hemen hemen tümüyle yolların kavşağı olan Stalingrad üzerinden Rusya’nın Merkez kesimine ulaştırılıyordu.
Stalingrad’ın düşmesi Sovyet ordusunun ve tüm ülkenin zayıflamasına neden olurdu. Bunun için kenti savunan askerler hiç geri çekilmeden savaşmak sloganı ortaya attı.
Her sokak, hatta her bina için şiddetli çatışmalar yapılıyordu. Kentin tren garı l3 kez elden değiştirdi.

Stalingrad muharebesine katılan Nikolay Tsarivşili anılarını anlatarak, askerlerle birlikte sivillilerin de düşmana karşı eylemlerde bulunduklarını söylüyor ve şöyle konuşuyor:
“Silahlı birliğimiz ilk başta traktör fabrikasını, daha sonra “ Barrikadı” denen işletmeyi savunuyordu..Bizimle beraber gönüllüler bulunuyordu. Bunlar cephe için mermiler yapıyorlardı. Almanların hücumları sırasında silahı ele alarak bizimle beraber düşmanı püskürtmeye çalışıyorlardı.”

1942 yılının yaz aylarında Stalingrad durmadan bombalandı. Şehir halkı, büyük can kayıplarına rağmen yılmadı. Kadınlarla çocukları kurtarma çabalıarına askerler de katıldı...

Eski deniz piyadesi Aleksey Stefanov ise şunları anlatıyor:
“Kentin halkı arasından 70 bin kişi bombardımanlarda yaşamını kaybetti. Askerler tahrip edilmiş evlerde kalan ,bodrumlarda saklanan kadınlarla çocukları kurtarmaya yardım ediyorlardı. Nehrin iki yakasını birbirene bağlayan köprünün yanıbaşındaki askeri hastanede tedavi gören yaralılar bile kadınlarla çocukları karşı yakaya ulaştırmaya yardım ediyor, bombardıman sırasında da bedenleriyle bunları koruyorlardı.”

Stalingrad’ı savunma savaşları sonbaharın son günlerine kadar sürdü.

1942 yılının Kasımında Sovyet silahlı birlikleri taaruza geçti. Bundan birkaç gün içinde düşmanın 300 bin kişilik ordusu çember içine alındı. Düşmanın çemberi yarmak çabalarının başarısız olduğunu kaydeden eski muharip Mihail Peregorodov şunları söylüyor :
“64. ve 62. Sovyet orduları kuşatılmış düşmanı yoketme eylemlerinde bulundu. Kasım ayından Ocak ayına kadar şiddetli savaşlar sürdü. Alman askerleri Hitler’in emrine uyarak teslim olmuyordu. Çaresiz bir durumda olduğunu anlayarak şiddetli direniş gösteriyordu. Ocakta düşman birlikleri ikiye bölündü. Paulüs başta, biri teslim olduktan birkaç gün sonra diğeri de teslim oldu. Bu, 2 Şubattaydı.”

200 gün ve gece sürmüş Stalingrad muharebesine her iki taraftan 2 milyon kadar asker, 26 bin top ve mayın. 2 bin uçak katıldı.

Sovyet silahlı birlikleri Stalingrad muharebesinde iki Alman, iki Romen ve bir İtalyan ordusunu darmadağın etti. Faşistler, ölü ,yaralı ve esir olarak 800 binden çok er ve subayı, büyük sayıda savaş aracı ve cephane kaybetti. Stalingrad muharebesindeki yenilginin faşist Almanya için onarılamaz sonuçları oldu.

Tarihte Stalingrad savaşının benzeri bir muharebe herhalde yoktur.

Stalingrad muharebesinin 68. yıldönümü öncesinde konuşan Vladimir Putin, İkinci dünya savaşının tarihçesini unutmuş ya da bunu tahrif etmek çabalarında bulunan kişilerin savaşı yaşamış olanların ve eski muhariplerirn anlattıklarını dinlemelerini ve savaş yıllarındaki dramatik gelişmeleri dürüstçe anlatan kitapları okumalarını tavsiye etti.

2 Şubat 2011 Çarşamba

Düello ve intihar sonucu ölüm


İlber Ortaylı
Milliyet


27 Ocak 1837 Rusya’nın en büyük şairi, dramaturgu, romancısı ve tarih yazımına bilimsel yöntemiyle değil ama üslubuyla yön veren Aleksandr Sergeyeviç Puşkin düelloda öldürüldü. Rakibi Dantes çarın muhafız alaylarında görevliydi. Fransız İhtilali’nden kaçan bir ailenin çocuğuydu ve Moskova asillerinden biri tarafından evlat edinilmişti. Bir müddetten beri Puşkin’in güzel karısı Natalya’nın etrafında dolanıyordu.

Natalya gerçekten çok güzeldi, Moskova’daki yüksek cemiyetin en şık giyimlilerindendi ve daha da beteri, kendi güzelliğine aşık olacak kadar eksik akıllıydı. Puşkin bu evlilikte mutlu sayılmazdı. Çarın etrafındaki baskıcı çevreye karşı kendini dinginleştirecek insan, herkesten evvel yanı başındaki hayat arkadaşı olmalıydı. Bu evlilikten doğan kız çocuğu ileride anasını aratmayan güzelliği ve babasından aldığı esmerliği ile Lev Tolstoy’u etkiledi. Ünlü romanın kahramanı Anna Karenina gerçekte Puşkin’in kızının tasviridir.

Taptığı şair ile aynı akıbete uğradı

Puşkin’den I. Nikola devrinin despot bürokratları rahatsız oluyordu. Aydın ve ilerici Ruslarsa onu fazlasıyla kışkırtıyorlardı. Fransız asıllı Rus Dantes’in münasebetsizlikleri, etrafın kışkırtmasıyla Puşkin’i çileden çıkarttı. Puşkin yaralandı ve birkaç gün sonra öldü. Malum, o devirde penisilin yoktu.

Evinin önünü, cenaze ayininin yapılacağı kiliseyi ve sokakları kalabalıklar doldurdu. Seçkin aristokratlar, Puşkin okuyan diplomatlar, askerler, öğrenciler ve basit halk... Kapıcının biri “hakiki Rus öldü” diye ağlıyordu. Genç bir subay kışkırtıcılıkla suçladığı despot yönetimi lanetleyen bir şiir okudu. Tutuklanan ve Kafkasya’ya sürgüne yollanan bu şair subay Mikhail Lermontov’du. Kafkasları anlatan bu büyük şair ve “Zamanımızın Kahramanı”nın yazarı, taptığı şair ile aynı akıbete uğradı, birkaç yıl sonra o da düelloda öldü.

Düello merakı Rusya’nın iki büyük adamını; biri 40’ını, diğeri öbürü 30’unu bulmadan bu dünyadan ayırmıştı. Herkes infial halindeydi. Bir müddet sonra Fransa’nın filolojik dahisi Prosper Merimee, Puşkin’i çevirince Fransızlar da ayaklanan Ruslara katıldı. Düellodan sonra Fransa’ya sığınan Dantes’in kızı, tercümeleri okuyunca Puşkin’in katili olan babasını lanetledi ve bir daha görüşmedi.

Yoksa siyasi cinayet mi?

1889’un 30 Ocak günü herkesin romantik bir drama olarak nitelediği Viyana civarında imparatorun Mayerling av köşkünde bir intihar olayı daha gerçekleşti. Rudolf kendinden genç Barones Maria Vetzera ile ümitsiz bir aşk hayatı yaşıyordu. Bu aile Osmanlı’daki Baltazzilerin soyundan geliyordu. Aslında Rudolf bir türlü ölmeyi bilmeyen babasıAvusturya imparatoru ve Macaristan kralı I. Franz Joseph’in talihsiz veliahtıydı. Yaşadığı sayısız aşklar Viyana’nın, Hotel Sachar gibi lüks mahfellerindeki ufak skandallarıyla tanınıyordu. Eşi Belçikalı Prenses Stefani’den boşanması düşünülemezdi bile...

İlk anda gizlenen intihar zamanla öğrenilince Mayerling de bir turistik ziyaretgaha dönüştü. Ama 20-30 yıldır başka belgeler ortaya çıkıyor. Avusturya-Macaristan tahtına geçmeye sabrı olmayan Rudolf galiba sadece Macar tahtına razı olarak kendisine bunu vaat eden bazı Macar milliyetçisi radikal gruplarla temasa geçmişti. Romantik görünümlü intiharın arkasında imparatorluk cihetinden gelen bir siyasi cinayetin de kokusu var. Bazen yakın tarih uzak tarihten daha da karanlık olabiliyor.

Ay kimse bana yol vermiyor!..













“Migalka”, yani geçiş üstünlüğüne sahip araçlara takılan mavi tepe lambasının diğer sürücülerin tepkisini nasıl çektiğini artık herkes biliyor. Tepkinin nedeni bu araçların geçişlerde üstün olması değil, kuralları fütursuzca çiğnemesi, diğer sürücülere karşı saygısı...

...davranması ve bu nedenle zaman zaman kazalara neden olmaları. Geçen hafta “migalka”lı araçların yol açtığı trafik kazaları bir grup sürücü tarafından protesto edilmişti. İşte, Moskovalıların sürekli gündeminde olan bu konu geçen günlerde City_FM radyosunda çalınırken bir bayan dinleyici istasyona telefon etti. Adının Tatyana olduğunu söyleyen kadın, mavi tepe lambalı bir araç kullandığını, ancak sürücülerin kendisine bir türlü yol vermediğini söyledi.

Tatyana, “İnsanların bana arabamdaki tepe lambası nedeniyle yol vermediğini tabii ki biliyorum. Sürücüleri biraz düşünceli olmaya davet ediyorum”dedi! Bu sözleriyle stüdyodaki kahkalara boğan kadın kendisinin çalışmadığını, eşine ait “migalka”lı arabayı kullandığını söyledi. Yasaya göre mavi tepe lambasını sadece hükümet görevlileri kullanabiliyor, ancak sürücüler zengin işadamlarının para karşılığı tepe lambası aldığını ileri sürüyor.

Kaynak: http://www.moskovalife.com/

Ukraynalı kadınların güzelliği


Alman Deutsche Welle kanalının haberine göre, Yanukoviç, Polonya ile ev sahipliği yapacakları Euro 2012 Futbol Şampiyonasına değinerek, “Euro 2012 ve kestane ağaçlarının yanı sıra, kadınların güzelliğinin de Ukrayna’yı turistler için cazip kılan unsurlardan biri olduğunu” belirtti.

RIA Novosti’de yer alan ifadesine göre Yanukovic, “Ukrayna’yı hayata geçirmek için, kestane ağaçlarının çiçek vermeye ve Kiev ile Ukraynalı kadınların soyunmaya başladığı zaman gözlerinizi açmanız yeterli. Bu güzelliği görmek büyüleyici” dedi.

Sarf ettiği sözlerle cinsel ayrımcılık eleştirilerine hedef olan Yanukovic için, Reuters’dan Chrystia Freeland şu yorumu getirdi:

“Politik doğruluk henüz Ukrayna’ya uğramadı... Ancak, Ukrayna kadınının güzelliğinden haberdar edilmek yine de iyi bir şey” dedi

Ukraynalı sosyolog Tamara Matsenyuk, Yanukoviç’in kadınları nesne olarak göstererek cinsel ayrımcılık yaptığını savunurken, Harkov’daki Alternatif Toplum adlı vakfın başkanı Mariya Yasenovskaya da, Yanukoviç’in sözlerinin Ukrayna’da devletin cinsiyet eşitliği konusundaki politikasının yansıması olduğunu öne sürdü.

Kaynak : http://www.rusya.ru/